Giriş
1970'li yıllarda bir sosyal bilim
alanı olarak ortaya çıkan erkeklik çalışmaları, erkekliğin tek bir biçimi
olmadığını; erkekliğin tarihsel ve toplumsal olarak farklı biçimlerde ortaya
çıkan bir inşa olduğunu ortaya koymuştur. Erkeklik, toplumsal olarak inşa
edilirken bireyler tarafından da performe edilerek ortaya konulan bir varoluş
biçimidir. Bu anlamda farklı erkek oluş hâllerinden söz etmek de mümkündür.
Bu farklı erkek oluş hâlleri,
Connel'ın ortaya koyduğu biçimde toplumdaki "ideal erkek olma" hâlini
temsil eden hegemonik erkekliğe yakınlaştığı ölçüde kabul edilirken hegemonik
erkeklikten uzaklaştığı ölçüde toplumsal dışlanma ve ayrımcılığa maruz kalmaya
başlar. Connel'a göre hegemonik erkekliğin en ayırt edici özelliklerinden bir
tanesi heteroseksüel olmasıdır ve bu erkeklik biçiminin inşası, kadınlarla ve
tabi kılınmış erkeklerle ilişkili olarak gerçekleştirilir. Hegemonik
erkekliğin heteroseksüel kurgusu itibariyle de tabi kılınmış erkekliğin
kendini en net gösterdiği alan eşcinselliktir. (Connel, 1998:249).
Kimmel da erkek olmanın ne anlama
geldiğinin erkekliği ırksal ve cinsel azınlıklar gibi bir grup azınlık ile
kadınlar karşısında konumlandırarak öğrenildiğinden söz eder (2013: 93). Bu
azınlıklar arasında sayılabilecek bir grup da vegan erkeklerdir.
Bir toplumdaki beslenme
alışkanlıkları, o toplumun kültürü ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Bu
nedenle örneğin bazı toplumlarda inek yemek normal kabul edilirken köpek
yemek son derece yadırganır. Bazı toplumlarda her ikisini de yemek normal kabul
edilirken bazı toplumlarda hayvan yemenin kendisi anormal bir durum olarak
değerlendirilir. Yani beslenme alışkanlıkları, belirli bir tarihsel ve
toplumsal alanda hâkim olan toplumsal normlar tarafından şekillendirilir.
Bu toplumsal normlar, toplumsal
cinsiyet ilişkilerinden de azade değildir. Beslenme kültürü, çoğu zaman
toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Bu
cinsiyetlendirmede genellikle et yemek erkeklerle ilişkilendirilirken sebze ve
bakliyatları tüketmek kadınsı olarak adlandırılır[1].
Bu nedenle bu çalışma kapsamında ilk olarak beslenme kültürünün toplumsal
cinsiyetlendirilmiş yapısına değinilerek erkeklik ve et yeme arasındaki ilişki
ele alınacaktır.
Erkeklik ve et yeme arasında kurulan
bu ilişki, hayvansal gıda tüketmeyen vegan ve et yemeyen vejetaryen erkekleri hegemonik erkeklik konumundan uzaklaştırarak ayrımcı ve dışlayıcı pratiklere
maruz bırakılmalarına neden olur. Bu dışlayıcı pratiklere bakıldığında ise
ayrımcılık içeren bu argümanların genelde homofobik söylemler ile kendini
gösterdiği görülmektedir. Bu nedenle çalışmanın ikinci kısmında homofobi ve
vegan erkek olma arasındaki ilişki ele alınarak Kimmel’ın ifade ettiği anlamda
homofobi olarak erkekliğin inşasının vegan erkeklere uygulanan ayrımcılık
açısından değerlendirilmesi yapılacaktır.
Erkeklik ve Et Yeme Arasındaki
İlişki
Beslenme,
hayatta kalabilmek için fiziksel bir ihtiyaç olmanın yanı sıra, kültürel bir
anlama da sahiptir. Beslenme kültürü olarak adlandırılabilecek olan bu alan,
yiyecek maddelerinin üretiminden, taşınması, depolanması ve tüketimine kadar
geçen sürede ortaya çıkan ritüelleri ve kurulan toplumsal ilişkileri içerir
(Beşirli, 2010: 159). Belirli bir tarihsel dönemde ve belirli bir toplumsal
yapı içerisinde ortaya çıkan bu beslenme kültürü, hangi besin maddelerinin
tüketilip tüketilmeyeceği kadar, hangi besin maddelerinin kimler tarafından
tüketilmesinin toplumsal normlar açısından uygun olduğunu da belirtir.
Toplumsal
yapının ataerkil örgütlenmesi, bu yapıda ortaya çıkan beslenme kültürünün de bu
ataerkillikten pay almasına neden olur. Bu beslenme kültürü içerisinde et
yemek, birçok tarihsel dönemde ve farklı toplumsal yapılar içerisinde,
erkeklikle ilgili bir edim olarak karşımıza çıkar (Çarpar, 2020: 249). Erkeklik
ile et yemek arasındaki bu performatif ilişkiyi kuran bir dizi faktörden söz
etmek mümkündür. Bu faktörlerden ilki, avı-toplayıcılık miti olarak karşımıza
çıkar.
Tarım
öncesi toplumlarda besin maddelerinin nasıl elde edildiğine dair inşa edilen
tarihsel bir anlayış olan avcı-toplayıcılığa göre erkekler, biyolojik olarak
üstündürler ve bu nedenle de avcılık yaparlar. Buna göre erkek biyolojik olarak
güçlü, savaşçı ve agresif bir yapıdadır. Kadın ise biyolojik olarak güçsüz ve
uysal olduğu için toplayıcılık yapar (Çarpar, 2020: 255). Bu durum besin
maddeleriyle kurulan ilişkinin sadece üretim bağlamında değil tüketim
bağlamında da cinsiyetlendirilmesine neden olur. Agresif ve savaşçı erkek,
hayvan avlar ve dolayısıyla et yer; uysal ve edilgen kadın ise doğadan
toplayarak elde ettiği meyve ve sebzelerle beslenir. Bu avcı-toplayıcılık
anlatısı, günümüzde de ataerkil toplumsal yapı içerisinde bir tür “bilimsel”
bilgiye dönüşerek (Burgan’dan akt. Çarpar, 2020: 255), et ve erkeklik
arasındaki ilişkinin kurulmasında hakim paradigma olarak karşımıza çıkar.
Erkekliğin
toplumsal olarak kurgulanmasında erkeklere düşen rolün saldırgan, savaşçı ve
agresif özelliklere sahip olması, bu rolü icra eden erkeklerin rolün hakkını
verebilmesi için yoğun miktarda protein tüketmeleri gerektiğine dair bir
inanışı da beraberinde getirir. Çarpar’ın Beslenme, Kimlik ve Erkeklik: Et
Yemenin Sosyolojisi (2020) isimi çalışmasında oldukça güncel verilerle ortaya
koyduğu gibi bir erkeğin hem fiziksel olarak, hem de cinsel olarak sağlıklı ve
güçlü olabilmesi için et yemek zorunda olduğu düşünülür. Bu inanışın bir
yansımasını da Türkiye’de oldukça popüler bir internet sitesi olan Ekşi
Sözlük’teki “Vegan Erkek” başlığı altında yapılan tanımlamalarda da görmek
mümkündür. Örneğin, 2017 yılında bir sözlük yazarı tarafından yapılan vegan
erkek tanımlaması şöyledir: “proteinsizlikten
kafa tahtaları çok eksilmiş cins”[2].
Yine 2017 yılında yapılan bir diğer tanımlama ise “sağlıksız ve güçsüz erkektir. vahşi doğada hayvanların ölmemek için
birbirlerini yediği bir dünyada en sağlıklı protein kaynağı olan etin
"ceset" olduğunu iddia edenleri kaale almayınız.
bir erkek güçlü olmak için et yemek zorundadır. et yedikçe kaslarınız
proteine doyar, çok sağlıklı ve güçlü olursunuz. ayrıca et içerdiği yüksek
protein sebebiyle vücutta hem testesteron seviyesini tavan yaptırır, hem de
erkeğin hastalanmasını ve bağışıklığın baskılanmasını önler. ayrıca erkek
cinselliğinde et inanılmaz yer tutar. en afrodizyak gıdalardan biridir.”[3].
Bu
örneklerden de anlaşılabileceği gibi et yemek erkeklerin hem psikolojik, hem
fiziksel, hem de cinsel anlamda sağlıklı ve güçlü olabilmelerinin ön koşulu
olarak değerlendirilir. Bu noktada cinsel güç, erkekliğin inşasında oldukça
önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar ve çalışmanın ikinci kısmında ele
alınacak olan vegan beslenme ve homofobi arasındaki ilişkiye de diğer
faktörlerle birlikte temel teşkil eder niteliktedir.
Vegan Erkek Olmak ve Homofobi
Toplumun ataerkil örgütlenmesi
içerisinde erkeklerin kendi aralarındaki ilişkileri çerçevesinde şekillenen
hegemonik erkeklik, Kimmel’ın ifadesiyle bir “kadın olmama hali”(2013:96)
olduğu kadar, Connell’ın ifadesiyle “ikincil konuma itilmiş çeşitli erkeklik
biçimleriyle ilgili olarak da inşa edilmektedir” (1998: 245). Bu ikincil konuma
itilmiş erkeklik biçimlerinden karşımıza en belirgin olarak çıkanı, eşcinsel
erkekliktir.
Connell’ın tanımladığı manada çağdaş
hegemonik erkekliğin en ayırt edici özelliklerinden bir tanesi, heteroseksüel
olmasıdır (1998:249). Kimmel ise hegemonik erkekliğin inşasında homofobinin
merkezi bir ilke olduğundan söz eder (2013: 92) ve psikolog Robert Brannon’dan
alıntıladığı dört başlık üzerinden erkekliğin tanımını özetler;
1. “Hanım evladı olmama” ile ifade
edilen kadınlığın devamlı inkârı ve kadınsı tüm özelliklerin reddi,
2. Önemli biri olma hali. Yani bir
erkek olarak iktidar, servet ve statü sahibi olmak
3. Duygularını daima kontrol altında
tutan, her zaman sakin “kaya gibi sağlam” erkek ve
4. Öfke duygusu ve riskli
davranışlarda bulunma ile açığa çıkan “onlara gününü göster” tavrı (2013:
95-96).
Hegemonik erkekliğin bu
göstergelerinden “hanım evladı olmama” ve “onlara gününü gösterme” özellikleri,
vegan erkekliğin ikincilleştirilmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Hanım
evladı olmama, kadınsı tüm özelliklerden kaçınmayı ifade eder. Ancak et ve
diğer tüm hayvansal gıdaları yemenin reddedilmesi, kaçınılmaz olarak kadınlarla
ilişkili görülen meyve, sebze ve bakliyat tüketimini tercih etmek demektir.
Çarpar’ın araştırmasında da karşımıza çıktığı gibi bu tür gıda maddelerinin
tüketimi kadınlara özgü olarak değerlendirilir. Katılımcıların;
“Bence
erkekler daha çok et yiyor, erkekler daha çok et yemeye meyillidir diyebilirim.
Yani
mesela zaten
benim babam da çok etçil bir adamdır, hem etçil hem otçul sınıfına girmeyecek
kadar etçil
bir adamdır. Annem de tam tersine sebze,
meyve, tahıl ürünleri, bakliyatlar yemeğe daha yatkındır.[4]”(2020: 259)
“Erkekler et
daha çok yer tabii ki. Bilmiyorum o kadarını ama kadınların etle çok arası
olmuyor, çünkü yani kadınlar çok et yemiyor. Çünkü erkek çok daha etçildir
zaten geçmişten beridir, evrimden beridir bu böyledir, o tür sebeplerden
dolayıdır.” (2020: 259)
“Kırmızı et kadınlara yaramıyor ve
birtakım hastalıkları tetikliyor. Hani
çikolata kisti diyorlar, kırmızı et tüketiminde kadınlarda. Hatta yani genel olarak hayvansal şeyleri
çok yiyen kadınlarda kısırlık falan da olabiliyor. Ondan ben mesela bizim
salona gelen üyelere, bayanlara söylerim en fazla haftada bir iki kez kırmızı
et yesinler diye.” (2020: 261)
“Kadınlar
bizden daha duygusal oldukları için o yöne [veganlık ve/veya vejetaryenlik]
yöneldiklerini düşünüyorum” (2020: 264).
“Bu yani
annelik içgüdüsüne yorulabilir. Sonuçta bir hayvan öldürüyorsun yemek için ama
erkekte böyle bir şey yok, psikoloji yok” (2020: 264).
Katılımcıların ifadelerinden
anlaşılabileceği gibi vegan/vejetaryen beslenmek ve hatta vegan veya vejetaryen
olunmasa bile sebze, meyve, bakliyat ağırlıklı beslenmek, kadınsı bir özellik
olarak değerlendirilmektedir. Adams, Etin Cinsel Politikası isimli kitabında bu
durumu şu şekilde aktarır:
“Et
yiyenlerin et dışındaki her yiyecek için genellikle kullandığı bir terim olan
sebze, aynı etin erkekle özdeşleştirilmesi gibi, kadınla özdeşleştirilmiş ve
bilinçaltı düzeyinde kadının toplayıcı olduğu zamanı canlandırmıştır. Erkek
egemen et yiyici dünyada, kadının ikincil konuma itildiği andan itibaren
yiyeceğimiz de ikincil hale gelmiştir. İkinci sınıf yurttaşlarla
ilişkilendirilen gıdalar ikinci sınıf protein olarak görülmeye başlanmıştır.
Nasıl bir kadının yalnız başına yapamayacağı düşünülürse, sebzelerin de yalnız
başlarına bir öğün etmeyeceğini düşünürüz.” (2013: 88).
Sebze olarak genellenen et dışı
yiyeceklerin ikincil konuma indirgenmesi ve yine bir cinsiyet grubu olarak
ikincil konumda olduğu düşünülen kadınlarla ilişkilendirilmesi sonucunda, vegan
ve vejetaryen erkekler de bu tarz bir beslenmeyi seçerek, Kimmel’ın bahsettiği
“hanım evladı olmama” kuralını çiğnemiş ve hegemonik erkeklik karşısında
ikincil bir konuma gerilemiş olurlar.
Burada karşımıza çıkan önemli bir başka
nokta ise bir yaşam biçimi olarak veganlığın altında yatan felsefi düşüncedir.
Veganizm olarak ifade edilebilecek bu düşünce, temel olarak türcülük ve hayvan
sömürüsüne karşı olmak olarak ifade edilebilir. Vegan bireylerin, insan yararı
için hayvanların zulme uğratılmasına karşı çıktığını söylemek mümkündür.
Hayvanların uğradığı zulme karşı olmak ve hayvanlara karşı sergilenen şiddet
pratiklerine ortak olmayı reddetmek ise bir erkek için “onlara gününü
göstermek”ten uzakta olmayı beraberinde getirir. Çünkü burada veganlığı
oluşturan düşünce sistemi gereği, hayvanlara şiddet uygulamanın reddedilmesi
söz konusudur. Oysa “avcı erkek” mitinde karşımıza çıkan, doğayı, hayvanları ve
diğer tüm canlıları “tahakküm altına alan erkek” (Calvert’ten akt. Çarpar,
2020: 259), çağdaş hegemonik erkeklik inşasında da hala güçlü bir yer tutar.
Bir erkeğin hayvansal ürünler kullanmamayı ve hayvanları yememeyi seçmesi ise
onu bu tahakkümcü doğadan uzaklaştırırken, hegemonik erkeklik idealinden de
uzaklaştırır.
Görüldüğü üzere vegan erkeklik, hem
erkekliğe atfedilen “onlara gününü göster” tavrından ve tahakkümcü doğadan
uzaklaşmış, hem de kadınsı bir özellik olduğu düşünülen hayvansal kaynaklı
olmayan besinler tüketerek “hanım evladı olmama” kuralını çiğnemiştir. Bu
nedenle hegemonik erkek karşısında vegan erkek “yeterince erkek olmamak”la
suçlanır. Erkek olmak için yeterli özelliklere sahip olmadığı düşünülen bu
erkeklik biçimi, homofobik ayrımcılık ve şiddete maruz bırakılır.
Bu noktada yine Ekşi Sözlük’te vegan
erkek olmaya dair yapılan tanımlamalara geri dönecek olursak, sıklıkla
homofobik yorumlarla karşılaşıldığı dikkat çeker. Örneğin başlığı açar açmaz
karşılaşılan ifade “ardını dövdürüyordur.
vejetaryenleri her zaman anlıyorum, dev bir saygı duyuyorum ama vegan ney
laaan?” olarak karşımıza çıkar. Bir başka ifade ise “kendini güldüren erkeklerden hoşlanır.” şeklinde, vegan
erkeklerin, diğer erkeklerden hoşlanan eşcinsel erkekler olduğunu ifade eder
niteliktedir. Diğer dikkat çeken ifadeler ise “ılıktır” ve “ikea mobilyası
bile monte edemez feminendir evlerden ırak .” olarak karşımıza çıkar[5].
Bu durum cinsel yönelimi ne olursa
olsun vegan erkeklerin homofobik bir ayrımcılığa maruz kaldığını ortaya
koymaktadır. Yukarıda bahsedilen vegan beslenmenin kadınsı bir özellik olarak
düşünülmesi ve erkeğin tahakkümcü doğasının reddi olarak okunması kadar,
hegemonik erkeklik inşasında cinsel güce verilen önem de burada önemli bir
faktördür.
Burada bahsedilen cinsel güç ise
üreme kapasitesi ile ilgili olarak karşımıza çıkar. Örneğin Çarpar’ın
çalışmasında katılımcılardan bir tanesi bu durumu şu ifadelerle dile getirir; “[Et]
cinsel
yeterlilik, üremek için… Bu tamamen alınmadığı takdirde bizim bütün cinsel
şeyimizi
[gücümüzü]
dağıtacağını düşünüyorum net” (2020:260). Bir başka katılımcı ise
et yeme, cinsel güç ve üreme kapasitesi arasındaki bağlantıyı şu şekilde ifade
eder: “Bence önemlidir [et yemek] yani
olması gereken bir şeydir. Fiziki sağlığı yüksek tutar. Şimdi proteinle alakalı
olarak düşündüğümüz için, erkekle alakalı üreme kısmında da protein ağır rol
oynadığı için et gereklidir erkek için…”(2020:260).
Yani bu bakış açısında göre cinsel
gücün göstergesi üreme kapasitesidir ve vegan erkek, et yemediği için üreme
kapasitesinden yoksundur. Bu da onu hegemonik erkeklik karşısında neredeyse eşcinsel
erkeklerle eşit bir konuma çeker. Yukarıda da bahsedildiği gibi beslenme
tercihlerinde kadınsılık atfedilen özellikler göstermesi ile “hanım evladı
olma” ve hayvanlara karşı sömürü ve şiddeti reddederek “onlara gününü
göstermeme” özellikleri barındıran vegan erkek olma hali, cinsel yönelimin
gerçekte ne olduğundan azade olara homofobiye maruz kalınmasına neden olur.
Sonuç
Kimmel, homofobiyi eşcinsellere
yönelik akıl dışı bir korkudan ziyade, eşcinsel olarak anlaşılmaya dair bir
korku olarak tanımlar (2013:98) ve ona göre erkeklik “kadınlar ve öteki
erkekler üzerinde iktidar sahibi olmakla bir” olarak inşa edilmektedir (2013:
101). Vegan erkeklere ilişkin ayrımcılık ve toplumsal anlamda et yemenin
erkeklikle ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, erkekliğin aynı zamanda
hayvanlar ve doğa üzerinde iktidar sahibi olmakla da ilişki bir biçimde inşa
edildiğini söylemek mümkündür. Aynı zamanda, Kimmel’ın işaret ettiği anlamda hâkim
erkekliğin homofobik olarak inşası, eşcinsel erkekler gibi vegan erkeklerin de
maruz kaldığı ayrımcılığın homofobik bir biçim alarak ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Vegan erkeklerin, et yemedikleri için “avcı erkeğin doğası” olarak
görülen şiddet pratiklerinden uzak olmaları ve kadınsı bir özellik olarak kabul
edilen sebze, meyve ve bakliyat üzerine kurulu bir beslenmeyi seçmeleri, maruz
kaldıkları bu homofobik şiddetin temeli gibi görünmektedir. Ayrıca, cinsel
gücün üreme kapasitesi üzerinden tanımlanması ve hayvansal protein tüketimi ile
üreme kapasitesi arasında kurulan doğrudan ilişki, vegan erkeklerin cinsel
güçten yoksun olduğuna dair bir inanışa sebep olmaktadır.
Vegan erkekler seçtikleri gıda
maddeleri itibariyle;
- Kadınsı kabul edilen özellikler gösteren,
- Et yemeyi reddetmeleri itibariye erkeksi olduğu düşünülen özellikleri reddeden ve
- Üreme kapasitesi açısından cinsel güçten yoksun bireyler olarak kabul edilmektedirler.
Eşcinsel erkeklerin de kadınsı özellikler gösterdikleri, erkeksi özellikleri reddettikleri ve erkeklerle cinsel birliktelik yaşayarak üreme kapasitesinden yoksun olduklarının düşünülmesine paralel olarak vegan erkekler de, eşcinsel erkeklerle benzer bir konumlandırılmaya tabi kılınır ve cinsel yönelimlerinden bağımsız olarak homofobiye maruz bırakılırlar.
KAYNAKÇA
Adams, C. J. (2013), Etin Cinsel Politikası: Feminist, Vejetaryen
Eleştirel Kuram, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Çarpar, M. C. (2020), Beslenme, Kimlik ve Erkeklik: Et Yemenin
Sosyolojisi, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 40(1): 249-277.
Connell, R. W. (1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi
ve Cinsel Politika, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Kimmel, M. S. (2013), Homofobi Olarak Erkeklik: Toplumsal Cinsiyet
Kimliğinin İnşasında Korku, Utanç ve Sessizlik, Fe Dergi 5(2): 92-107.
Beşirli, H. (2010), Yemek, Kültür ve Kimlik, Milli Folklor
Dergisi, 22(87): 159-169.
[1] Adams,
Etin Cinsel Politikası (2013) isimli kitabında, farklı ülke ve kültürlerden
örnekler vererek erkek-et, kadın-sebze ilişkilendirilmesinin dünyada ne kadar
yaygın olduğunu gösterir.
[2] https://eksisozluk.com/vegan-erkek--5313189?p=1
[3] https://eksisozluk.com/vegan-erkek--5313189?p=2
[4] Vurgular
bana aittir.
[5] Tüm
ifadeler aşağıdaki linkten alıntılanmıştır:
Yorumlar
Yorum Gönder