Ana içeriğe atla

Vegan Erkeklik ve Homofobi: Ekşisözlük Örnekleri

Giriş

1970'li yıllarda bir sosyal bilim alanı olarak ortaya çıkan erkeklik çalışmaları, erkekliğin tek bir biçimi olmadığını; erkekliğin tarihsel ve toplumsal olarak farklı biçimlerde ortaya çıkan bir inşa olduğunu ortaya koymuştur. Erkeklik, toplumsal olarak inşa edilirken bireyler tarafından da performe edilerek ortaya konulan bir varoluş biçimidir. Bu anlamda farklı erkek oluş hâllerinden söz etmek de mümkündür.

Bu farklı erkek oluş hâlleri, Connel'ın ortaya koyduğu biçimde toplumdaki "ideal erkek olma" hâlini temsil eden hegemonik erkekliğe yakınlaştığı ölçüde kabul edilirken hegemonik erkeklikten uzaklaştığı ölçüde toplumsal dışlanma ve ayrımcılığa maruz kalmaya başlar. Connel'a göre hegemonik erkekliğin en ayırt edici özelliklerinden bir tanesi heteroseksüel olmasıdır ve bu erkeklik biçiminin inşası, kadınlarla ve tabi kılınmış erkeklerle ilişkili olarak gerçekleştirilir. Hegemonik erkekliğin heteroseksüel kurgusu itibariyle de tabi kılınmış erkekliğin kendini en net gösterdiği alan eşcinselliktir. (Connel, 1998:249).

Kimmel da erkek olmanın ne anlama geldiğinin erkekliği ırksal ve cinsel azınlıklar gibi bir grup azınlık ile kadınlar karşısında konumlandırarak öğrenildiğinden söz eder (2013: 93). Bu azınlıklar arasında sayılabilecek bir grup da vegan erkeklerdir. 

Bir toplumdaki beslenme alışkanlıkları, o toplumun kültürü ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Bu nedenle örneğin bazı toplumlarda inek yemek normal kabul edilirken köpek yemek son derece yadırganır. Bazı toplumlarda her ikisini de yemek normal kabul edilirken bazı toplumlarda hayvan yemenin kendisi anormal bir durum olarak değerlendirilir. Yani beslenme alışkanlıkları, belirli bir tarihsel ve toplumsal alanda hâkim olan toplumsal normlar tarafından şekillendirilir.

Bu toplumsal normlar, toplumsal cinsiyet ilişkilerinden de azade değildir. Beslenme kültürü, çoğu zaman toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Bu cinsiyetlendirmede genellikle et yemek erkeklerle ilişkilendirilirken sebze ve bakliyatları tüketmek kadınsı olarak adlandırılır[1]. Bu nedenle bu çalışma kapsamında ilk olarak beslenme kültürünün toplumsal cinsiyetlendirilmiş yapısına değinilerek erkeklik ve et yeme arasındaki ilişki ele alınacaktır.

Erkeklik ve et yeme arasında kurulan bu ilişki, hayvansal gıda tüketmeyen vegan ve et yemeyen vejetaryen erkekleri hegemonik erkeklik konumundan uzaklaştırarak ayrımcı ve dışlayıcı pratiklere maruz bırakılmalarına neden olur. Bu dışlayıcı pratiklere bakıldığında ise ayrımcılık içeren bu argümanların genelde homofobik söylemler ile kendini gösterdiği görülmektedir. Bu nedenle çalışmanın ikinci kısmında homofobi ve vegan erkek olma arasındaki ilişki ele alınarak Kimmel’ın ifade ettiği anlamda homofobi olarak erkekliğin inşasının vegan erkeklere uygulanan ayrımcılık açısından değerlendirilmesi yapılacaktır.

Erkeklik ve Et Yeme Arasındaki İlişki

Beslenme, hayatta kalabilmek için fiziksel bir ihtiyaç olmanın yanı sıra, kültürel bir anlama da sahiptir. Beslenme kültürü olarak adlandırılabilecek olan bu alan, yiyecek maddelerinin üretiminden, taşınması, depolanması ve tüketimine kadar geçen sürede ortaya çıkan ritüelleri ve kurulan toplumsal ilişkileri içerir (Beşirli, 2010: 159). Belirli bir tarihsel dönemde ve belirli bir toplumsal yapı içerisinde ortaya çıkan bu beslenme kültürü, hangi besin maddelerinin tüketilip tüketilmeyeceği kadar, hangi besin maddelerinin kimler tarafından tüketilmesinin toplumsal normlar açısından uygun olduğunu da belirtir.

Toplumsal yapının ataerkil örgütlenmesi, bu yapıda ortaya çıkan beslenme kültürünün de bu ataerkillikten pay almasına neden olur. Bu beslenme kültürü içerisinde et yemek, birçok tarihsel dönemde ve farklı toplumsal yapılar içerisinde, erkeklikle ilgili bir edim olarak karşımıza çıkar (Çarpar, 2020: 249). Erkeklik ile et yemek arasındaki bu performatif ilişkiyi kuran bir dizi faktörden söz etmek mümkündür. Bu faktörlerden ilki, avı-toplayıcılık miti olarak karşımıza çıkar.

Tarım öncesi toplumlarda besin maddelerinin nasıl elde edildiğine dair inşa edilen tarihsel bir anlayış olan avcı-toplayıcılığa göre erkekler, biyolojik olarak üstündürler ve bu nedenle de avcılık yaparlar. Buna göre erkek biyolojik olarak güçlü, savaşçı ve agresif bir yapıdadır. Kadın ise biyolojik olarak güçsüz ve uysal olduğu için toplayıcılık yapar (Çarpar, 2020: 255). Bu durum besin maddeleriyle kurulan ilişkinin sadece üretim bağlamında değil tüketim bağlamında da cinsiyetlendirilmesine neden olur. Agresif ve savaşçı erkek, hayvan avlar ve dolayısıyla et yer; uysal ve edilgen kadın ise doğadan toplayarak elde ettiği meyve ve sebzelerle beslenir. Bu avcı-toplayıcılık anlatısı, günümüzde de ataerkil toplumsal yapı içerisinde bir tür “bilimsel” bilgiye dönüşerek (Burgan’dan akt. Çarpar, 2020: 255), et ve erkeklik arasındaki ilişkinin kurulmasında hakim paradigma olarak karşımıza çıkar.

Erkekliğin toplumsal olarak kurgulanmasında erkeklere düşen rolün saldırgan, savaşçı ve agresif özelliklere sahip olması, bu rolü icra eden erkeklerin rolün hakkını verebilmesi için yoğun miktarda protein tüketmeleri gerektiğine dair bir inanışı da beraberinde getirir. Çarpar’ın Beslenme, Kimlik ve Erkeklik: Et Yemenin Sosyolojisi (2020) isimi çalışmasında oldukça güncel verilerle ortaya koyduğu gibi bir erkeğin hem fiziksel olarak, hem de cinsel olarak sağlıklı ve güçlü olabilmesi için et yemek zorunda olduğu düşünülür. Bu inanışın bir yansımasını da Türkiye’de oldukça popüler bir internet sitesi olan Ekşi Sözlük’teki “Vegan Erkek” başlığı altında yapılan tanımlamalarda da görmek mümkündür. Örneğin, 2017 yılında bir sözlük yazarı tarafından yapılan vegan erkek tanımlaması şöyledir: “proteinsizlikten kafa tahtaları çok eksilmiş cins”[2]. Yine 2017 yılında yapılan bir diğer tanımlama ise “sağlıksız ve güçsüz erkektir. vahşi doğada hayvanların ölmemek için birbirlerini yediği bir dünyada en sağlıklı protein kaynağı olan etin "ceset" olduğunu iddia edenleri kaale almayınız.

bir erkek güçlü olmak için et yemek zorundadır. et yedikçe kaslarınız proteine doyar, çok sağlıklı ve güçlü olursunuz. ayrıca et içerdiği yüksek protein sebebiyle vücutta hem testesteron seviyesini tavan yaptırır, hem de erkeğin hastalanmasını ve bağışıklığın baskılanmasını önler. ayrıca erkek cinselliğinde et inanılmaz yer tutar. en afrodizyak gıdalardan biridir.”[3].

Bu örneklerden de anlaşılabileceği gibi et yemek erkeklerin hem psikolojik, hem fiziksel, hem de cinsel anlamda sağlıklı ve güçlü olabilmelerinin ön koşulu olarak değerlendirilir. Bu noktada cinsel güç, erkekliğin inşasında oldukça önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar ve çalışmanın ikinci kısmında ele alınacak olan vegan beslenme ve homofobi arasındaki ilişkiye de diğer faktörlerle birlikte temel teşkil eder niteliktedir.

Vegan Erkek Olmak ve Homofobi

Toplumun ataerkil örgütlenmesi içerisinde erkeklerin kendi aralarındaki ilişkileri çerçevesinde şekillenen hegemonik erkeklik, Kimmel’ın ifadesiyle bir “kadın olmama hali”(2013:96) olduğu kadar, Connell’ın ifadesiyle “ikincil konuma itilmiş çeşitli erkeklik biçimleriyle ilgili olarak da inşa edilmektedir” (1998: 245). Bu ikincil konuma itilmiş erkeklik biçimlerinden karşımıza en belirgin olarak çıkanı, eşcinsel erkekliktir.

Connell’ın tanımladığı manada çağdaş hegemonik erkekliğin en ayırt edici özelliklerinden bir tanesi, heteroseksüel olmasıdır (1998:249). Kimmel ise hegemonik erkekliğin inşasında homofobinin merkezi bir ilke olduğundan söz eder (2013: 92) ve psikolog Robert Brannon’dan alıntıladığı dört başlık üzerinden erkekliğin tanımını özetler;

1. “Hanım evladı olmama” ile ifade edilen kadınlığın devamlı inkârı ve kadınsı tüm özelliklerin reddi,

2. Önemli biri olma hali. Yani bir erkek olarak iktidar, servet ve statü sahibi olmak

3. Duygularını daima kontrol altında tutan, her zaman sakin “kaya gibi sağlam” erkek ve

4. Öfke duygusu ve riskli davranışlarda bulunma ile açığa çıkan “onlara gününü göster” tavrı (2013: 95-96).

Hegemonik erkekliğin bu göstergelerinden “hanım evladı olmama” ve “onlara gününü gösterme” özellikleri, vegan erkekliğin ikincilleştirilmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Hanım evladı olmama, kadınsı tüm özelliklerden kaçınmayı ifade eder. Ancak et ve diğer tüm hayvansal gıdaları yemenin reddedilmesi, kaçınılmaz olarak kadınlarla ilişkili görülen meyve, sebze ve bakliyat tüketimini tercih etmek demektir. Çarpar’ın araştırmasında da karşımıza çıktığı gibi bu tür gıda maddelerinin tüketimi kadınlara özgü olarak değerlendirilir. Katılımcıların;

“Bence erkekler daha çok et yiyor, erkekler daha çok et yemeye meyillidir diyebilirim. Yani

mesela zaten benim babam da çok etçil bir adamdır, hem etçil hem otçul sınıfına girmeyecek

kadar etçil bir adamdır. Annem de tam tersine sebze, meyve, tahıl ürünleri, bakliyatlar yemeğe daha yatkındır.[4](2020: 259)

“Erkekler et daha çok yer tabii ki. Bilmiyorum o kadarını ama kadınların etle çok arası olmuyor, çünkü yani kadınlar çok et yemiyor. Çünkü erkek çok daha etçildir zaten geçmişten beridir, evrimden beridir bu böyledir, o tür sebeplerden dolayıdır.” (2020: 259)

“Kırmızı et kadınlara yaramıyor ve birtakım hastalıkları tetikliyor. Hani çikolata kisti diyorlar, kırmızı et tüketiminde kadınlarda. Hatta yani genel olarak hayvansal şeyleri çok yiyen kadınlarda kısırlık falan da olabiliyor. Ondan ben mesela bizim salona gelen üyelere, bayanlara söylerim en fazla haftada bir iki kez kırmızı et yesinler diye.” (2020: 261)

“Kadınlar bizden daha duygusal oldukları için o yöne [veganlık ve/veya vejetaryenlik] yöneldiklerini düşünüyorum” (2020: 264).

“Bu yani annelik içgüdüsüne yorulabilir. Sonuçta bir hayvan öldürüyorsun yemek için ama erkekte böyle bir şey yok, psikoloji yok” (2020: 264).

Katılımcıların ifadelerinden anlaşılabileceği gibi vegan/vejetaryen beslenmek ve hatta vegan veya vejetaryen olunmasa bile sebze, meyve, bakliyat ağırlıklı beslenmek, kadınsı bir özellik olarak değerlendirilmektedir. Adams, Etin Cinsel Politikası isimli kitabında bu durumu şu şekilde aktarır:

“Et yiyenlerin et dışındaki her yiyecek için genellikle kullandığı bir terim olan sebze, aynı etin erkekle özdeşleştirilmesi gibi, kadınla özdeşleştirilmiş ve bilinçaltı düzeyinde kadının toplayıcı olduğu zamanı canlandırmıştır. Erkek egemen et yiyici dünyada, kadının ikincil konuma itildiği andan itibaren yiyeceğimiz de ikincil hale gelmiştir. İkinci sınıf yurttaşlarla ilişkilendirilen gıdalar ikinci sınıf protein olarak görülmeye başlanmıştır. Nasıl bir kadının yalnız başına yapamayacağı düşünülürse, sebzelerin de yalnız başlarına bir öğün etmeyeceğini düşünürüz.” (2013: 88).

Sebze olarak genellenen et dışı yiyeceklerin ikincil konuma indirgenmesi ve yine bir cinsiyet grubu olarak ikincil konumda olduğu düşünülen kadınlarla ilişkilendirilmesi sonucunda, vegan ve vejetaryen erkekler de bu tarz bir beslenmeyi seçerek, Kimmel’ın bahsettiği “hanım evladı olmama” kuralını çiğnemiş ve hegemonik erkeklik karşısında ikincil bir konuma gerilemiş olurlar.

Burada karşımıza çıkan önemli bir başka nokta ise bir yaşam biçimi olarak veganlığın altında yatan felsefi düşüncedir. Veganizm olarak ifade edilebilecek bu düşünce, temel olarak türcülük ve hayvan sömürüsüne karşı olmak olarak ifade edilebilir. Vegan bireylerin, insan yararı için hayvanların zulme uğratılmasına karşı çıktığını söylemek mümkündür. Hayvanların uğradığı zulme karşı olmak ve hayvanlara karşı sergilenen şiddet pratiklerine ortak olmayı reddetmek ise bir erkek için “onlara gününü göstermek”ten uzakta olmayı beraberinde getirir. Çünkü burada veganlığı oluşturan düşünce sistemi gereği, hayvanlara şiddet uygulamanın reddedilmesi söz konusudur. Oysa “avcı erkek” mitinde karşımıza çıkan, doğayı, hayvanları ve diğer tüm canlıları “tahakküm altına alan erkek” (Calvert’ten akt. Çarpar, 2020: 259), çağdaş hegemonik erkeklik inşasında da hala güçlü bir yer tutar. Bir erkeğin hayvansal ürünler kullanmamayı ve hayvanları yememeyi seçmesi ise onu bu tahakkümcü doğadan uzaklaştırırken, hegemonik erkeklik idealinden de uzaklaştırır.

Görüldüğü üzere vegan erkeklik, hem erkekliğe atfedilen “onlara gününü göster” tavrından ve tahakkümcü doğadan uzaklaşmış, hem de kadınsı bir özellik olduğu düşünülen hayvansal kaynaklı olmayan besinler tüketerek “hanım evladı olmama” kuralını çiğnemiştir. Bu nedenle hegemonik erkek karşısında vegan erkek “yeterince erkek olmamak”la suçlanır. Erkek olmak için yeterli özelliklere sahip olmadığı düşünülen bu erkeklik biçimi, homofobik ayrımcılık ve şiddete maruz bırakılır.

Bu noktada yine Ekşi Sözlük’te vegan erkek olmaya dair yapılan tanımlamalara geri dönecek olursak, sıklıkla homofobik yorumlarla karşılaşıldığı dikkat çeker. Örneğin başlığı açar açmaz karşılaşılan ifade “ardını dövdürüyordur. vejetaryenleri her zaman anlıyorum, dev bir saygı duyuyorum ama vegan ney laaan?” olarak karşımıza çıkar. Bir başka ifade ise “kendini güldüren erkeklerden hoşlanır.” şeklinde, vegan erkeklerin, diğer erkeklerden hoşlanan eşcinsel erkekler olduğunu ifade eder niteliktedir. Diğer dikkat çeken ifadeler ise “ılıktır” ve “ikea mobilyası bile monte edemez feminendir evlerden ırak .” olarak karşımıza çıkar[5].

Bu durum cinsel yönelimi ne olursa olsun vegan erkeklerin homofobik bir ayrımcılığa maruz kaldığını ortaya koymaktadır. Yukarıda bahsedilen vegan beslenmenin kadınsı bir özellik olarak düşünülmesi ve erkeğin tahakkümcü doğasının reddi olarak okunması kadar, hegemonik erkeklik inşasında cinsel güce verilen önem de burada önemli bir faktördür.

Burada bahsedilen cinsel güç ise üreme kapasitesi ile ilgili olarak karşımıza çıkar. Örneğin Çarpar’ın çalışmasında katılımcılardan bir tanesi bu durumu şu ifadelerle dile getirir; “[Et]

cinsel yeterlilik, üremek için… Bu tamamen alınmadığı takdirde bizim bütün cinsel şeyimizi

[gücümüzü] dağıtacağını düşünüyorum net” (2020:260). Bir başka katılımcı ise et yeme, cinsel güç ve üreme kapasitesi arasındaki bağlantıyı şu şekilde ifade eder: “Bence önemlidir [et yemek] yani olması gereken bir şeydir. Fiziki sağlığı yüksek tutar. Şimdi proteinle alakalı olarak düşündüğümüz için, erkekle alakalı üreme kısmında da protein ağır rol oynadığı için et gereklidir erkek için…”(2020:260).

Yani bu bakış açısında göre cinsel gücün göstergesi üreme kapasitesidir ve vegan erkek, et yemediği için üreme kapasitesinden yoksundur. Bu da onu hegemonik erkeklik karşısında neredeyse eşcinsel erkeklerle eşit bir konuma çeker. Yukarıda da bahsedildiği gibi beslenme tercihlerinde kadınsılık atfedilen özellikler göstermesi ile “hanım evladı olma” ve hayvanlara karşı sömürü ve şiddeti reddederek “onlara gününü göstermeme” özellikleri barındıran vegan erkek olma hali, cinsel yönelimin gerçekte ne olduğundan azade olara homofobiye maruz kalınmasına neden olur.

Sonuç

Kimmel, homofobiyi eşcinsellere yönelik akıl dışı bir korkudan ziyade, eşcinsel olarak anlaşılmaya dair bir korku olarak tanımlar (2013:98) ve ona göre erkeklik “kadınlar ve öteki erkekler üzerinde iktidar sahibi olmakla bir” olarak inşa edilmektedir (2013: 101). Vegan erkeklere ilişkin ayrımcılık ve toplumsal anlamda et yemenin erkeklikle ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, erkekliğin aynı zamanda hayvanlar ve doğa üzerinde iktidar sahibi olmakla da ilişki bir biçimde inşa edildiğini söylemek mümkündür. Aynı zamanda, Kimmel’ın işaret ettiği anlamda hâkim erkekliğin homofobik olarak inşası, eşcinsel erkekler gibi vegan erkeklerin de maruz kaldığı ayrımcılığın homofobik bir biçim alarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Vegan erkeklerin, et yemedikleri için “avcı erkeğin doğası” olarak görülen şiddet pratiklerinden uzak olmaları ve kadınsı bir özellik olarak kabul edilen sebze, meyve ve bakliyat üzerine kurulu bir beslenmeyi seçmeleri, maruz kaldıkları bu homofobik şiddetin temeli gibi görünmektedir. Ayrıca, cinsel gücün üreme kapasitesi üzerinden tanımlanması ve hayvansal protein tüketimi ile üreme kapasitesi arasında kurulan doğrudan ilişki, vegan erkeklerin cinsel güçten yoksun olduğuna dair bir inanışa sebep olmaktadır.

Vegan erkekler seçtikleri gıda maddeleri itibariyle;

  • Kadınsı kabul edilen özellikler gösteren,
  • Et yemeyi reddetmeleri itibariye erkeksi olduğu düşünülen özellikleri reddeden ve
  • Üreme kapasitesi açısından cinsel güçten yoksun bireyler olarak kabul edilmektedirler.

Eşcinsel erkeklerin de kadınsı özellikler gösterdikleri, erkeksi özellikleri reddettikleri ve erkeklerle cinsel birliktelik yaşayarak üreme kapasitesinden yoksun olduklarının düşünülmesine paralel olarak vegan erkekler de, eşcinsel erkeklerle benzer bir konumlandırılmaya tabi kılınır ve cinsel yönelimlerinden bağımsız olarak homofobiye maruz bırakılırlar.

KAYNAKÇA

Adams, C. J. (2013), Etin Cinsel Politikası: Feminist, Vejetaryen Eleştirel Kuram, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Çarpar, M. C. (2020), Beslenme, Kimlik ve Erkeklik: Et Yemenin Sosyolojisi, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 40(1): 249-277.

Connell, R. W. (1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Kimmel, M. S. (2013), Homofobi Olarak Erkeklik: Toplumsal Cinsiyet Kimliğinin İnşasında Korku, Utanç ve Sessizlik, Fe Dergi 5(2): 92-107.

Beşirli, H. (2010), Yemek, Kültür ve Kimlik, Milli Folklor Dergisi, 22(87): 159-169.

 



[1] Adams, Etin Cinsel Politikası (2013) isimli kitabında, farklı ülke ve kültürlerden örnekler vererek erkek-et, kadın-sebze ilişkilendirilmesinin dünyada ne kadar yaygın olduğunu gösterir.

[2] https://eksisozluk.com/vegan-erkek--5313189?p=1

[3] https://eksisozluk.com/vegan-erkek--5313189?p=2

[4] Vurgular bana aittir.

[5] Tüm ifadeler aşağıdaki linkten alıntılanmıştır:

https://eksisozluk.com/vegan-erkek--5313189

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Uzun Cinayet: Afife Jale’nin Kısa Yaşamı

Afife Jale’nin Hayatı Afife Jale, 1902 yılında İstanbul Kadıköy’de doğmuştur. Gerçek ismi Afife olmakla beraber 1919 yılında ilk kez sahneye çıktığı Yamalar isimli oyunda Jale takma adını kullanarak yer alması nedeniyle Afife Jale olarak bilinmeye başlanır. Ayrıca bu oyunda yer alarak Türkiye tarihinin ilk kadın tiyatro oyuncusu hâline gelir. İstanbul Kız Sanayi Mektebi’nde eğitim alan Afife Jale, 1919’de Darülbedayi’de açılan tiyatro kursları için sınava girer ve kazanır. Bu dönemde Müslüman kadınların oyuncu olarak sahneye çıkması yasak olmakla birlikte Darülbedayi’de eğitim alması planlanan bu kadınlar, sadece kadınlara özel oyunlarda sahneye çıkacak şekilde yetiştirilmek istenmektedir. Darülbedayi’de verilen bu eğitimi almaya sınava giren kadınlar arasından beş tanesi hak kazanmıştır. Afife Jale’nin de içinde bulunduğu bu beş kadından üçü, ilerleyen süreçte eğitimi tamamlamadan ayrılır. Geriye kalan Afife Hanım ve Refika Hanım, eğitimlerine devam ederek Darülbedayi’de farklı gö

Mazerete Mahal Yok - Ayhan Yalçınkaya Kitap İncelemesi

Lisans ve lisansüstü öğrencilerine yazı sorumluklarını yerine getirmek için kılavuzluk etme hedefiyle yazılmış kitaplara bakıldığında neredeyse tümünün ağır bir dil ve oldukça ciddi bir üslupla yazıldığı görülür. Öğrencilerin gözünde asık suratlı bir hocayı çağrıştıran bu kılavuzların okunmasındaki zorluğu fark eden Ayhan Yalçınkaya, öğrencilerin ödev sürecinin başından sonuna kadar aktif bir özne olmalarına yönelik, alternatif bir ödev ve tez yazım kılavuzu yaratmıştır. Yalçınkaya bu eseri ile yazım sürecinde izlenmesi gereken yol ve yöntemleri oldukça keyifli bir dille öğrencilere sunmuştur. Mazerete Mahal Yok isimli bu kitap, iki kesimden oluşur. Birinci kesimde lisans öğrencilerine ödev yazımı konusunda kılavuzluk etmeyi amaçlayan bilgiler yer alır. Kitap, ikinci baskısında lisansüstü öğrencilerine tez yazım kılavuzluğu yapmayı hedefleyen ikinci kesimi de içine alacak şekilde genişletilmiştir. Giriş ve Sonuç bölümleri hariç üç bölümden oluşan birinci kısımda Yalçınkaya, lisans öğre

Bir Dijital Feminizm Örneği Olarak Türkiye’de Feminist Podcast Yayıncılığı

Giriş Kitle iletişim araçlarının uğradığı dijital dönüşüm, toplumsal anlamda iletişim sürecinin örgütleniş biçimini baştan aşağı değiştirmiştir. Kitle iletişim araçlarında yaşanan bu dijitalleşme ile birlikte karşımıza yeni medya ve sosyal medya kavramları çıkar. Ortaya çıkan bu yeni medya, geleneksel medya ve yayıncılık üzerinde dönüştürücü etkiler bırakmıştır. Bu çalışma kapsamında, ilk olarak internetin ortaya çıkması ile beraber kitle iletişim teknolojilerinde yaşanan bu dijitalleşmenin sonucunda gelişen yeni medya ve sosyal medya kavramları ele alınacak, yeni medyanın toplumsal hareketler üzerindeki dönüştürücü etkisi incelenecektir. Ayrıca, yeni medyanın toplumsal hareketler üzerindeki etkisi sonucu ortaya çıkan ve yeni bir toplumsal hareket biçimi olan dijital feminizm ele alınacaktır. Son olarak da yeni medya dâhilinde ortaya çıkan podcast yayıncılığının ortaya çıkışı ve tarihçesinden bahsedilecek; sonrasında ise dijital feminizm bağlamında feminist podcast yayıncılığının T