Giriş
Kitle iletişim
araçlarının uğradığı dijital dönüşüm, toplumsal anlamda iletişim sürecinin
örgütleniş biçimini baştan aşağı değiştirmiştir. Kitle iletişim araçlarında
yaşanan bu dijitalleşme ile birlikte karşımıza yeni medya ve sosyal medya
kavramları çıkar. Ortaya çıkan bu yeni medya, geleneksel medya ve yayıncılık üzerinde
dönüştürücü etkiler bırakmıştır.
Bu çalışma
kapsamında, ilk olarak internetin ortaya çıkması ile beraber kitle iletişim
teknolojilerinde yaşanan bu dijitalleşmenin sonucunda gelişen yeni medya ve
sosyal medya kavramları ele alınacak, yeni medyanın toplumsal hareketler
üzerindeki dönüştürücü etkisi incelenecektir. Ayrıca, yeni medyanın toplumsal
hareketler üzerindeki etkisi sonucu ortaya çıkan ve yeni bir toplumsal hareket
biçimi olan dijital feminizm ele alınacaktır. Son olarak da yeni medya
dâhilinde ortaya çıkan podcast yayıncılığının ortaya çıkışı ve tarihçesinden
bahsedilecek; sonrasında ise dijital feminizm bağlamında feminist podcast
yayıncılığının Türkiye’deki örneklerinin, kamusal alanda toplumsal cinsiyet
eşitliğine hizmet edebilecek konuların konuşmaya açılmasına etkisi ile birlikte
feminist hareket ve örgütlenmeye ne gibi katkılar yapabileceği tartışmaya açılacaktır.
Bu tartışma, son yıllar içerisinde yayınlanmaya başlamış olan ve feminist
podcast yayıncılığı başlığı altında değerlendirilebilecek “Umarım Annem
Dinlemez”, “Mental Klitoris” ve “Kamusal Alanda Tabusal Konular” isimli
podcastlerde geçen konuşmalar ve tartışılan konular içerisinden seçilen
örnekler üzerinden yürütülecektir.
Yeni
Medya Kavramı
Kitle iletişimini
ele alan iletişim araştırmalarına bakıldığında,
radyo, gazete, televizyon gibi geleneksel kitle iletişim araçlarının
kullanıldığı geleneksel dönem ve internet tabanlı dijital iletişim
teknolojilerinin ortaya çıkmasıyla başlayan yeni medya dönemi olmak üzere iki
farklı dönemden söz etmenin mümkün olduğu görülür. Dijital iletişim
teknolojilerinin ve internetin ortaya çıkması ile birlikte oluşan yeni medya, geleneksel
medyadan farklı olarak bireylere içeriklerini kendilerinin üretebileceği bir
alan sunar. Ancak, yeni medya kavramını ele alan çalışmalara bakıldığında,
Yanık’ın da işaret etmiş olduğu bir kavramsal boşluk ve kafa karışıklığı ile
karşılaşmak mümkündür (2016: 898). Yanık’a
göre, yeni medyayı eski medyadan ayıran şey yalnızca teknolojik dönüşümle
açıklanamaz ve tüm yeni iletişim teknolojileri, yeni medya kapsamına girmez.(2016:
898). Bu noktada, yeni medyayı geleneksel medyadan ayıran özelliklere bakarak
bir tanımlama yapmakta yarar vardır.
Richard Rogers,
yeni medyanın üç temel özellik üzerinden şekillendiğini belirtir. Bu
özellikler; etkileşim, kitleşizleştirme ve eşzamansızlıktır (Rogers’dan akt.
Aydoğan ve Kırık, 2012: 60). Burada bahsedilen etkileşim kavramı ile yeni
medyayı, geleneksel medyadan ayıran belki de en önemli unsura dikkat
çekilmektedir; yeni medyanın karşılıklılık imkânı sunması. Geleneksel medya
döneminde iletişim süreci, bir kaynak tarafından gönderilen bir mesajın, alıcılara
iletilmesi ile sınırlıyken; yeni medya sayesinde, iletişim süreci anlık geri
bildirimi ve dolayısıyla da karşılıklı etkileşimi mümkün kılar. Televizyon,
gazete, radyo gibi geleneksel kitle iletişim araçları ile bu anlık etkileşimi
sağlamak imkânsızdır.
Geleneksel kitle
iletişim araçları, bir “kitleye” hitaben yayınlanan mesajlara sahiptir.
Rogers’a göre yeni medya, bu durum üzerinde de değişiklik yaratan bir rol
oynar. Bunu kitlesizleştirme kavramı ile açıklayan Rogers, yeni medyanın,
“büyük bir kullanıcı grubu içinde her bireyle özel mesaj değişimi yapılabilmesini
sağlayan” yönüne dikkat çeker (akt. Aydoğan ve Kırık, 2012: 60). Bu durum, bu
büyük kullanıcı kitlesi içerisindeki herkese, farklı mesajlar
gönderilebilmesini olanaklı kılar. Geleneksel kitle iletişim araçları, tüm
alıcılarına aynı mesajı iletmekteyken, yeni medya her kullanıcı için farklı bir
mesaj iletimini içerir.
Eşzamansızlık ise
yeni medyanın bireylere sunduğu zamansal bir özgürlük alanıdır. Yeni medya
teknolojilerini kullanan bireyler, mesajlarını istedikleri zamanda gönderme ve
alma özgürlüğüne sahiptir.
Yanık ise eski
medyayı yeni medyadan ayıran özelliklerinin onun iletişim teknolojilerini ve
felsefesini değiştiren, tüm sistemde teknik, hukuki, sosyolojik ve psikolojik
değişimlere yol açan yapısında görür (2016: 899). Gerçekten de yeni medyanın
mümkün kıldığı iletişim ağları, bireyler arası ve hatta uluslar ve
kültürlerarası iletişim ve etkileşimi kökünden etkileyerek, çok daha ileri bir
seviyede, ancak çok daha karmaşık bir yapı haline getirmiştir (Uluç ve Yarcı
2017: 88).
Yeni medyanın
iletişim süreci üzerinde yarattığı bu ciddi değişimi en iyi gösteren
örneklerden bir tanesi, sosyal medya ağlarıdır. Sosyal medyayı oluşturan sosyal
paylaşım ağları; kullanıcılarının kendilerine özel bir bağlantı listesi
oluşturmasına izin veren ve bireyler arasında dijital bir iletişimi mümkün
kılan web tabanlı platformlardır (Fuchs’dan akt. Uluç ve Yarıcı 2017: 89).
Eldeniz, sosyal medyayı tanımlarken, bloglar, wikiler, podcastler, forumlar ile
içerik toplulukları, sanal oyun ortamları ve mikrobloglardan oluşan bir sosyal
ağdan bahseder (akt. Uluç ve Yarıcı 2017: 89).
Günümüzde sosyal
medya denildiğinde ilk akla gelen platformlar ise Facebook, Twitter, Instagram,
Youtube ve Linkedin gibi sosyal medya ağlarıdır. Bu platformların her biri
farklı tür bir amaçla ortaya çıkmıştır ve kullanıcılarının farklı türde içerik
paylaşımları yapmalarına olanak sunarlar. Bireyler tarafından kullanım amaçları
da, buna bağlı olarak değişmektedir. Örneğin Twitter, kullanıcılarının
oluşturacağı yazılı içeriklerin 140 karakteri geçmesine izin vermez ve “trend
topic” listesi ile güncel ve gündemdeki olayların neler olduğu konusunda bilgi
verir. Instagram’ın ise tasarımı, metin içerikleri yerine görsel içeriklerin
paylaşımına daha uygundur. Linkedin, iş yaşantısına yönelik bir sosyal ağa dâhil
olma imkânı sunar ve yapılan içerik paylaşımları da genellikle profesyonel iş
yaşamına ilişkindir. Youtube ise video içeriklerin ve ses dosyası içeren podcastlerin
paylaşıldığı bir platformdur.
Bu sosyal medya
ağlarından belki de en dikkat çekeni ve hızlı yayılanı Facebook olmuştur.
Sosyal bir ağ üzerinden aile, arkadaş ve yakınlarla bağlantıda kalma imkânı
veren Facebook, ayrıca sosyal ağlar üzerinden yeni arkadaşlar edinme imkânı da
sunar. Facebook’u diğer sosyal medya ağlarından ayıran ise sitenin
kullanıcılarına sanal sosyalleşme, eğlence, iletişim, oyun, paylaşım, bilgi
edinme, gündemi takip etme ve yayıncı olma gibi birçok imkânı bir arada
vermesidir (Uluç ve Yarıcı 2017: 89).
İnternet üzerinden
sosyal ağlara girerek, mekânsal olarak çok uzakta olan olaylar hakkında bilgi
edinebilme, çok uzaktaki bireylerle iletişime geçebilme durumu ve bunun günlük
hayatın çok olağan bir parçası haline gelmesi, açıktır ki toplumsal hayatı
derinden etkilemiştir. Bu duruma örnek teşkil eden en önemli olgulardan bir tanesi
de, devlet, üniversiteler, basın kuruluşları gibi geleneksel kurumların, bilgi
üzerine kurdukları tahakkümün büyük ölçüde yıkılmasıdır (Uluç ve Yarıcı 2017:
89). Bu anlamda, yeni medyanın büyük bir alternatif medya alanı açtığını
söylemek mümkündür.
Hans Enzensberger
alternatif medyayı, üreticisi ve tüketicisinin yatay bir biçimde birbirleriyle
iletişim kurabilmesi açısından kamusal alanı yeniden oluşturma potansiyeline
sahip, demokratik bir form olarak görür (Waltz’dan akt. Aydoğan ve Kırık, 2012:
62). Böyle bir tanım, yeni medyanın bizatihi kendisini alternatif medya olarak
okumayı beraberinde getirir. Çünkü yeni medya sayesine ortaya çıkmış bu sosyal
ağları kullanan bireyler, içeriklerin hem üreticisi, hem de tüketicisi olarak,
yatay bir iletişim ağı içerisinde yer alırlar. Yani bilgiyi üreten ve tüketen,
bir tahakküm ilişkisinden uzak biçimde hem birbirine, hem de bilgiye ulaşabilir
konumdadır. İnsanların bilgiye ve birbirlerine ulaşmasında yaşanan bu kolaylaşma
ise toplumsal hareketlerin örgütleniş biçimleri üzerinde de oldukça etkili
değişimlere yol açmıştır.
Yeni
Medyanın Toplumsal Hareketlere Etkisi
Toplumsal
hareketler, toplumu ilgilendiren bir konu hakkında bir talepte bulunan
bireylerin bir araya gelerek kolektif bir eylemde bulunması olarak
tanımlanabilir. Tarihsel açıdan bakıldığında, literatürde toplumsal
hareketlerin talepleri, bir araya gelen bireylerin profili ve örgütleniş biçimi
açısından, eski ve yeni toplumsal hareketler olarak iki grupta ele alındığı
görülür.
Modernleşmenin ilk
dönemlerinde ortaya çıkan, genellikle aynı sınıftan üyelerden oluşan, siyasi
gücü ele geçirmek için merkezi biçimde örgütlenmiş hareketler, eski toplumsal
hareketler olarak isimlendirilir (Çayır, 1999: 16). Bu hareketler, genellikle
işçi sınıfı hareketleri ve ulusal bağımsızlık hareketleri olarak karşımıza
çıkar. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan kimlik hareketleri, ikinci dalga feminist
hareketin oluşturduğu kadın hareketi, LGBTİ+ hareketleri, ekolojik hareketler
gibi toplumsal hareketler ise yeni toplumsal hareketler başlığı altında ele
alınır. Bu hareketler, eski toplumsal hareketlerin merkezi ve hiyerarşik
yapılanmasına karşın daha yatay bir örgütlenme pratiği ortaya koyan, siyasi
gücü ele geçirmekten ziyade, sivil ilişkileri dönüştürmeyi amaçlayan (Çayır,
1999:17), farklı sınıf ve gruplardan bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu
hareketlerdir.
Atabek, internetin
küresel dayanışma için en uygun medya türü olduğunu ve örgütlenmiş bir
dayanışmacı hareketi etkin duruma getirebileceğini söyler (akt. Aydoğan ve
Kırık, 2012: 62). 21. yüzyılda ortaya çıkan toplumsal hareketlere bakıldığında,
gerçekten de yeni medya ve iletişim teknolojilerinin toplumsal hareketlerin
örgütlenişi üzerinde büyük etkiler ortaya çıkardığı açıktır. İnternetin ortaya
çıkması ve yeni medya teknolojilerinin kullanılmaya başlanması ile beraber,
toplumsal hareketlerin de şekil değiştirmeye başladığı görülür. Eski
hareketlere göre çok daha esnek bir yapıda örgütlenen yeni toplumsal
hareketler, internetin ve sosyal medyanın kullanımı ile beraber daha da esnek
bir örgütlenme yapısı ortaya çıkartır.
Roger’ın işaret
etmiş olduğu yeni medyanın etkileşim, kitleşizleştirme ve eşzamansızlık
özellikleri (akt. Aydoğan ve Kırık, 2012: 60), bireylere fiziksel olarak bir
arada olmadan da bir toplumsal hareketi örgütleme imkânı verir. Dahası;
bireyler, aralarındaki fiziksel mesafelere rağmen dijital aktivizm yoluyla da
toplumsal bir hareket ortaya koyar hale gelir. Bu noktada, yeni medyanın
toplumsal hareketler üzerindeki etkisinin iki yönden görüldüğü söylenebilir; 1.
Ortaya çıkan dijital aktivizm hareketleri ile oluşan yeni bir toplumsal hareket
alanı ve 2. Ortaya çıkan bu dijital aktivizmin, geleneksel anlamda sokak
hareketleri, protesto ve gösterilerle ortaya çıkan toplumsal hareketin
örgütlenişi üzerindeki etkisi.
Sayımer (2014), “Yeni
Medya Ortamlarında Ağlar Oluşturan Toplumsal Hareket Deneyimleri” isimli
çalışmasında, Arap Baharı, İzlanda’daki toplumsal hareketler, Wall Street
Hareketi ve Türkiye’deki Gezi Direnişi örnekleri üzerinden, 21. yüzyılda ortaya
çıkan toplumsal hareketlerin yeni medya teknolojileri ile ilişkisini ele
almıştır. Çalışmasında, “kendiliğinden ve lidersiz” olarak ortaya çıkan bu
hareketlerin (2014: 104), bireylerin sosyal medyayı kullanması ile
örgütlendiğini ortaya koyar. Burada dikkat çekilen bir diğer önemli nokta da,
toplumsal hareketlerin örgütlenme sürecinde yürütülen iletişim faaliyetinin
yapısal olarak toplumsal hareketin örgütsel niteliklerini de belirlemesidir
(Sayımer, 2014: 99). Ortaya çıkan bu hareketlerin lidersiz ve merkezilikten
uzak bir örgütleniş yapısı göstermesinde, hareketin örgütlendiği ortam olan
sosyal medyanın yatay bir iletişim ağına sahip olmasının etkisini görmek
mümkündür.
Bu örnekler de bize
göstermektedir ki 21. yüzyılda ortaya çıkan toplumsal hareketler, bireylerin
genellikle sosyal medya üzerinden örgütlenmeleri açısından, önceki
hareketlerden ayrılırlar. Toplumsal hareketler artık yalnızca sokak
gösterileri, protesto ve gösteri yürüyüşleri ile sınırlı değildir. Dijital
aktivizm kavramı literatüre girmiş ve toplumsal hareketlerin örgütlenmesinde
büyük öneme sahip bir yere kavuşmuştur. Bu durum, toplumsal hareketlerin
sokakta yürütülen eylemsel pratiklerini de yapısal olarak etkiler. Sosyal
medyada örgütlenerek sokak eylemleri, protesto ve gösteri yürüyüşleri ile kamusal
alana yansıyan bu hareketler, eskisinden de esnek ve merkezilikten uzak bir
yapıdadır.
Feminist Hareket
de, diğer tüm toplumsal hareketler gibi bu durumdan etkilenmiştir. Feminist
grup ve STK’ların yeni medya ve sosyal medya mecralarını kullanmaya
başladıkları ve tüm dünyada son yıllarda hızla artan oranlarda dijital feminist
aktivizmin gün yüzüne çıktığı görülür.
Dijital
Feminizm
Feminizmin
tarihçesi, feminist teori ve hareketin dönüm noktalarını anlatan dalga metaforu
ile ele alınır. Birinci dalga feminizm olarak bahsedilen hareket, 18. yüzyılın
sonunda gün yüzüne çıkmış, 19. yüzyılda da artarak devam etmiş ve 20. yüzyılın
başlarına kadar uzanan, çoğunlukla kadınların kamusal alanda var olma mücadelesini
içeren kadın hareketlerini kapsar. Bu dönemde yasal olarak eşit birer birey
sayılabilmek, oy hakkı, eğitim hakkı gibi kavramlar üzerinden teorik ve pratik
mücadele gerçekleştirildiği görülür.
20. yüzyılın
ikinci yarısında ortaya çıkan ikinci dalga feminizm ise “özel olan politiktir”
ifadesi üzerinden şekillenir. Kamusal alanda var olmanın ve yapılan yasal
düzenlemelerin cinsiyete dayalı ayrımcılığın önüne geçmede yetersiz olduğu
düşüncesi ön plandadır. Ev içi özel alan, bireysel deneyimler ve bu alanlarda
ortaya çıkan ataerkillik kaynaklı eşitsiz ilişkiler araştırma konusu yapılır.
İkinci dalga
feminizmin, Avrupalı, orta sınıf ve beyaz kadınların kadınlık deneyimini,
tarihsel ve toplumsal anlamda evrensel bir gerçeklik gibi sunduğuna dair eleştiriler
soncunda; ırk, etniste, milliyet, cinsel yönelim, sınıf gibi kavramların da
feminist bakış açısı ile birer analiz kategorisi olarak çalışmalara dâhil
edilmesi ile beraber, 20. yüzyılın sonlarına doğru üçüncü dalga feminizmin
başladığı söylenebilir (Gedik 2020: 125).
Dijital iletişim
teknolojilerinin gelişmesiyle ortaya çıkan yeni medya ve sosyal medya
kavramlarının aktivist hareketler üzerindeki etkisinin feminizm üzerinde de
hissedildiği 21. yüzyılda ise dördüncü dalga feminist hareketin ortaya çıktığı,
birçok araştırmacı ve teorisyen tarafından kabul edilmektedir. Bu dönem,
dijital feminizm kavramının da ortaya çıkıp geliştiği bir dönemdir.
Dijital feminizm,
dijital alt yapılı yeni medya teknolojilerinin kullanılması ile gerçekleştirilen
aktivist hareketleri kapsar. Ancak kavramın yeniliği, net bir tanımının
yapılmasını da engeller bir nitelik taşır. Bu alanda çalışan araştırmacı ve
teorisyenlerin, dijital ortamlarda gerçekleşen feminist aktiviteleri tanımlamak
için farklı kavramlar kullandıkları da görülmektedir. Örneğin Wilding “siberfeminizm”
kavramını kullanırken, bir grup araştırmacı da bunu “hashtag feminizmi” olarak
tanımlar (akt. Alikılıç ve Baş 2019: 91-92).
Kavramsallaştırmadaki
farklılıklara rağmen dijital feminizmle anlatılmak istenen, cinsiyet
ayrımcılığına karşı dijital alanda gerçekleştirilen mücadele biçimleridir.
Bunlar feminist teorik alanı besleyen yazı ve makalelerin yayınlandığı,
tartışmaların sürdürüldüğü blog ve web sitelerinden, cinsiyet ayrımcılığı ve
toplumsal cinsiyete dayalı şiddet içeren bir olay hakkında sosyal medya
platformlarında içerik yayınlayarak fikir beyan etmeye kadar uzanabilir. Burada
önemli olan, bireylerin birer dijital içerik üreticisi[1] olarak bu alanları
kullanmaları ve yazılı, görsel, işitsel alanlarda içerikler paylaşarak diğer
insanlarla etkileşime geçmeleridir. Bu durum, tüm dünyadan bireyler arasındaki
etkileşimi, geleneksel iletişim araçları kullanılarak oluşturulan etkileşime
kıyasla son derece kolaylaştırır.
Ancak bu noktada,
dijital feminizmin dikkat çekici ve ayırt edici bir özelliği daha ortaya
çıkmaktadır: Dijital feminizm, "kadınların kadın olmaktan mütevellit ortak
sorunları nelerdir?" sorusunun cevabını yavaş yavaş ortaya koyuyor gibi
görünmektedir. Kadınları homojen bir grup olmaktan uzaklaştıran sınıflar,
ırklar, cinsel yönelimler gibi farklı kategorilerin ötesinde kalan, “kesişimselliğin”[2] kesişim kümesini oluşturan
kadın olma deneyiminin ne olduğunu, son yıllarda dijital feminizm bize göstermeye
başlamıştır. Örneğin, #metoo[3] hareketi Dünyanın
neresinde olursa olsun, hangi sınıfa dâhil olursa olsun, hangi mesleği icra
ediyor olursa olsun, erkekler tarafından cinsel şiddet ve tacize maruz
bırakılan kadınların olduğunu bize göstermiştir.
Sosyal medyada
yapılan, bilimsel çalışma olmaktan uzak bir soru-cevap etkinliğinde, kadınlara
yöneltilen "eğer bir günlüğüne erkekler dünyadan yok olsaydı, ne
yapardınız?"[4]
sorusuna verilen cevaplara bakıldığında, en çok söylenenlerden birinin “gece
yürüyüşe çıkardım olması” ve bunu okuyan bir kadının burada denilmek istenenin
ne olduğunu doğrudan kendi deneyimlerinden yola çıkarak anlaması, bize gece
şiddete, tacize uğramadan özgürce sokakta yürüyememenin, tüm sınıfları ve
ırkları aşan bir ortak kadın deneyimi olduğunu gösterir. Kadınlar olarak
cinsiyetçi pratiklere maruz kalma yönünden “kesiştiğimiz” yerleri, dijital
feminist aktivist eylemlilikler ile bulmamız mümkün olmaktadır.
Bu belki de, tüm
yarattığı olanaklar arasında dijital feminizmi en önemli kılan yanı olarak karşımıza
çıkar. Çünkü bugünün “postmodern” dünyasında, bölünmüş kimlikler içerisinde
nasıl birleşeceğimizi bir türlü bilemediğimiz, birbirimizin farklılıklarını da
dikkate alarak "biz"i oluşturan bir "ben"ler birleşimine
nasıl varacağımızı sorguladığımız günümüzde, kadınlık deneyimleri üzerinden
ortaya çıkan bu negatif ortaklık, kadınları bir araya getirebilecek ve birçok
örnekte de getiren şey olarak karşımıza çıkar. Bir kadın cinayetinin ardından
yapılan paylaşımlar, kadınların kendilerinin de o kadın cinayetinin öznesi
olabilme potansiyellerinin ne kadar yüksek olduğunun farkında olduğunu[5] ve bu durumdan ne kadar
rahatsız olduklarını göstermekle kalmayıp; toplumsal bir mücadeleyi
tetikleyebilmektedir.[6] Bu mücadele ise, karar
duruşmasında karşımıza çıkabilecek cinsiyetçi sonuçların engellenmesini, katil
erkeğin kravat taktığı gibi basit bir sebepten alabileceği iyi hal indiriminin
önüne geçilmesini sağlayabilmektedir[7]. Yani dijital feminizmin
ortaya çıkardığı bu ortak deneyimler, hem kadınları bir araya getirebilme
potansiyelini, hem de cinsiyetçi pratiklerle mücadele edebilme potansiyelini
aynı anda taşır. Bu nedenle, dijital feminizmin bu ortak deneyim alanını fark
ettirebilme potansiyelinin farklı iletişim kanallarında nasıl geliştiğini ve bu
potansiyelin bu kanalları kullanan kadınların deneyimlerinde, potansiyel
olmaktan çıkıp bir gerçeklik haline gelip gelmediğini anlamak önemlidir.
Bir kadının
feminist mücadele alanında yer alabilmesi, onun hem bu mücadele alanının
varlığını bilmesi ile hem de cinsiyet ayrımcılığından haberdar olması ile
mümkündür. Ataerkil bir sistem içerisinde yaşayan tüm kadınlar, bu cinsiyet
ayrımcılığını öyle ya da böyle, az veya çok, ancak mutlaka hayatlarının bir
alanında deneyim ederler. Türkiye'de hayatının bir döneminde evli olan her 3
kadından 1'inin şiddete uğradığı düşünüldüğünde[8], cinsiyet ayrımcılığına
maruz kalmanın çok da zor olmadığı anlaşılabilir. Kültürel ve toplumsal normlar
ve toplumun yapılanma biçimi, ev içi karşılıksız emeği kadının omuzlarına
yıkılan bir yük olarak var etmekte, namus ve bekâret gibi kavramlarla kadın
cinselliği evlilik içi bir alana sıkıştırılmakta ve basitçe "kadın"
kelimesinin kullanımı bile, cinsel olarak aktif olunduğunu çağrıştırması
nedeniyle tercih edilmemektedir[9]. Tüm bunlar bize
göstermektedir ki, kadınlar yaşamları içerisinde cinsiyet ayrımcılığına
neredeyse her gün maruz kalırlar. Ancak bunun kadınların kadın olma halinden
kaynaklanan bir ayrımcılığa maruz kalma biçimi olduğunun anlaşılabilmesi için
belirli bir deneyim ve bilinç aktarımı gerekebilir. Yeni medya araçlarını
kullanan dijital feminizm, bu bilinç ve deneyim aktarımının çok daha kolay
gerçekleşmesini sağlar. Bu nedenle dijital feminist hareketlerin, kadınların
cinsiyet ayrımcılığına maruz kaldıklarına dair bir bilinçlenme yaşama ve bu
ayrımcılık karşısında bir mücadele alanında yer alma potansiyellerini
arttırdığı iddia edilebilir.
Bu noktada,
Türkiye'de son yıllarda yayınlanmaya başlayan ve her geçen gün sayısı ve
popülerliği daha da artan feminist podcast örneklerine bakmak, dijital
feminizmin, feminist mücadele ve örgütlenme üzerindeki etkisini de anlamamıza
yardımcı olabilir. Ancak öncesinde
kavramın yeniliği de göz önünde bulundurarak, podcastlerin ne olduğu ve
tarihsel olarak nasıl bir gelişim gösterdiği ele alınacaktır.
Bir
Yeni Medya Örneği Olarak Podcast Yayıncılığı ve Türkiye’deki Gelişimi
Podcast kelimesi
ilk kez, The Guardian gazetesinde teknoloji yazarı olarak çalışan Ben
Hammersley tarafından kullanılan bir kavram olarak ortaya çıkmıştır (Yücel,
2020: 1305). Kelime anlamı olarak bakıldığında, MP3 ses dosyalarının çalınarak
müzik dinlenmesini sağlayan Apple tarafından üretilmiş iPOD’dan alınan “pod” ve
İngilizce yayınlamak anlamına gelen casting kelimesinden alınan “cast”
hecelerinin birleşimi olarak ortaya çıkar. Bu nedenle de, Türkçe’ye tam olarak
çevrilmesi mümkün olmayan bir kelimedir.
Bonini,
podcastleri “radyo, yayınevi, gazetecilik ya da eğitim kurumlarında çalışan
editörler ve bağımsız radyocular, sanatçılar ya da amatör kimseler tarafından
üretilip, kullanıcılar tarafından akıllı telefon, bilgisayar gibi aygıtlar
üzerinden erişilen, dinlenen ve yayılan ses içerikleri” olarak tanımlar (akt.
Yücel, 2020: 1305). Yani bu yayınlar sayesinde ister profesyonel, isterse de
amatör tüm bireylerin bir konu hakkındaki görüş ve düşüncelerini, diğer
kişilerle paylaşması mümkündür.
Podcast
teknolojisi, Türkçe karşılığı çok basit birleştirme olan “Really Simple
Syndication” kelimelerinin baş harfleri alınarak ortaya çıkartılmış RSS
uygulamalarının kullanımı ile ortaya çıkmıştır. Henüz arama motorlarının bu
derece yaygın bir kullanımının olmadığı 2000’li yılların başında, internet
üzerinden bir dosyaya ulaşmak isteyen kullanıcılar, RSS’ler sayesinde dosyaya
ulaşım sağlayabilmektedir. RSS’ler, web sitelerine eklenerek kullanılan ve yeni
içeriğin takip edilmesine olanak tanıyan bildirimcilerdir. 2000 yılında
kullanılmaya başlanan RSS teknolojisi, podcastlerin de ortaya çıkıp,
gelişebilmesine olanak tanımıştır. (Yücel, 2020: 1306).
Podcastlerin
yaygınlaşması ise Apple isimli firmanın, ücretsiz bir film ve müzik oynatıcı ve
internet radyosu olarak tasarlayıp kullanıma sunduğu iTunes üzerinden,
podcastlere de erişim sağlaması ile olmuştur. Bu dönemde Apple, dijital müzik
piyasasının üçte ikisine sahip olan, oldukça büyük bir firmadır (Yücel, 2020:
1306). Bu durum dijital müzik kültürünü
şekillendirmedeki payını da artırmıştır. Dolayısıyla Apple’ın podcastleri
ulaşılabilir kılması, podcast yayıncılığının ve dinleyiciliğinin de daha
popüler bir hale gelmesine katkı sağlamıştır.
2010’lu yıllardan
itibaren ise podcast yayıncılığı, ağırlık olarak dijital yayıncılık
platformları üzerinden yapılır hale gelmiştir. Bu yıllar, sosyal medya
platformları ve yeni medyanın da hayatlarımızdaki rolünün arttığı bir dönem
olarak karşımıza çıkar. 2000’li yılların ortalarında kurulan Facebook, Twitter
gibi sosyal medya ağları, 2010’lu yıllarda artık iyice geniş kitlelere ulaşmış
ve tüm dünyada insanların hayatlarına ve yaşam biçimlerine daha da dâhil
olmuştur. Bu dönüşüm, yalnızca sosyal medya ağlarının değil, tüm dijital
iletişim teknolojilerinin insanların bireysel yaşantılarında büyük yer
kaplamaya başladığı bir değişimi kapsar. Bunun sonucunda, analog yayın yapan radyoların
dinleyicileri, dijital kanallardan yayın yapan podcastlerin dinleyicilerine
dönüşmeye başlamıştır. Ryan’ın ifadesiyle bu dönemde “gazete ve dergi
okuyucuları haberleri web sitelerinden ve mobil cihazların uygulamalarından
takip etmeye başlarken radyo dinleyicileri podcastlere erişmeye başlamıştır.”
(akt. Yücel, 2020: 1307).
Günümüzde ise podcastler
söz konusu olduğunda, dinleyici ve yayıncıları bir araya getiren ve en çok
kullanılan dijital yayıncılık platformları Apple Podcasts ile beraber Spotify,
Anchor ve Youtube olarak karşımıza çıkar. Kendisi de bir podcast yayıncısı olan
Demirtaş’ın internet üzerinden gerçekleştirdiği ve 1100 dinleyicinin katıldığı
anketin sonuçlarına göre Spotify, %69 gibi yüksek bir oranla, podcast dinlemek
için en çok tercih edilen platform olarak karşımıza çıkar (https://huseyindemirtas.net/podcast-dinleyicileri-hangi-uygulama-platformlari-tercih-ediyor/).
Ayrıca Demirtaş, ankete katılan ve podcast dinlediğini belirten kişilerden birçoğunun
YouTube’u da podcast dinlemek için tercih ettiğini belirtir. Bilimsel kriterler
ışığında gerçekleştirilen bir çalışma olmamakla beraber, podcast alanında aktif
bir birey tarafından, kendi dinleyicilerine yönelik yapılan bu anket, bize
aktif podcast dinleyicileri ve onların tercihleri hakkında bir bilgi sağlar.
Türkiye’de de
podcast yayıncılığının ortaya çıkışı, radyoculuk ve gazetecilik gibi
mesleklerden profesyonellerin çalışmalarıyla olur. Türkiye’de podcast
yayıncılığı alanında verilen ilk örnekler; Radyo Karavan’da yayınlanan “Ayça ve
Toni ile Ev Hali”, TRT Radyo Tiyatrosu, Açık Radyo ve Medyascope.tv yayınları
olarak karşımıza çıkar (Özkan Kutlu, 2020: 15). Radyo karavan, alternatif bir
medya alanı olarak ortaya çıkan bir internet radyosudur. TRT Radyo Tiyatrosu
ise, TRT arşivinde yer alan radyo tiyatrosu oyunlarının, Spotify, Apple
Podcasts gibi platformlar üzerinden dinleyicilere podcast formatında
ulaştırıldığı yayınlardır. Medyascope.tv isimli web sitesi ise podcast sekmesi
altında, çok çeşitli konu ve alanlarda yayın yapan “podcaster”ların yayınlarını
barındırmaktadır.
Türkiye'de podcast
yayıncılığının gelişimini ele aldığı çalışmasında hangi alanlarda podcast
yayıncılığı yapıldığına değinen Kutlu, içeriklerin konusal anlamda
çeşitliliğine vurgu yaparak, bu anlamda anaakım medyayla karşılaştırdığımızda
önemli bir farklılık göze çarptığını ifade eder (2020: 18). Podcastler, hangi konularda yayın yapıldığına
bağlı olarak;
- Teknoloji,
girişim, oyun ve kodlama,
- Bilgi,
bilim ve felsefe,
- Gündem,
haber ve siyaset,
- Kültür,
sanat ve edebiyat,
- İş
yaşamı, kariyer ve profesyonel deneyim paylaşımı,
- Kişisel
gelişim, psikoloji ve pedagoji,
- Gündelik
hayat ve sohbet,
- Spor,
- Eğence
ve komedi kategorilerine ayrılılar (Özkan Kutlu 2020: 15-16-17-18).
Ancak, 2020 yılında
yayınlanmış olan bu çalışmada, 2019 yılının son günlerinde yayın yapmaya
başlayan ve kendini tanımlama biçiminin bu olduğu iddia edilmemekle birlikte
ele aldığı konular itibariyle feminist olarak adlandırılabilecek bir podcast
olan “Umarım Annem Dinlemez”, Kutlu’nın değerlendirmeye tabi tuttuğu
Türkiye’deki podcast yayınlarının içinde yer almaz. Ayrıca;
- 2020 yılı Mart ayında Spotify’da yayınlanmaya başlayan Rayka Kumru ile Seks-Pozitif Ebeveynlik,
- Nisan 2020 yılında yayın hayatına başlayan “Mental Klitoris” ve
- Ağustos ayında ilk bölümü yayınlanan “Kamusal Alanda Tabusal Konular” isimli feminist podcastler de, Kutlu’nın “Türkçe Podcast Ekosistemi” olarak adlandırdığı, podcast yayınlarının içerisine son bir yılda dâhil olmuştur.
Bu anlamda,
Kutlu’nın yaptığı kategorileştirmeye bir ekleme yaparak, “kadın/toplumsal
cinsiyet/cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği/cinsellik gibi konularda yayın
yapan ve sayıları gittikçe artan podcastleri de bir kategori olarak ele almak
mümkündür. Bu çalışma kapsamında, bu konularda yayın yapan bu podcastler,
feminist podcastler olarak kategorize edilmişlerdir.
Dijital
Feminizm Bağlamında Türkiye’de Yayınlanan Feminist Podcastler
Türkiye’de son
yıllarda yayınlanmaya başlanan Umarım Annem Dinlemez, Rayka Kumru ile
Seks-Pozitif Ebeveynlik, Kamusal Alanda Tabusal Konular ve Mental Klitoris
isimli podcastler, yayın yaptıkları konular itibariyle toplumsal cinsiyet
eşitliğine katkı sağlayacak bir anlayışa sahiptir. Bu podcastlerde ele alınan konular, anaakım
medyada kendine yer bulması neredeyse imkânsız olan cinsellik ve özellikle
kadınların ve LGBTİ+ bireylerin yok sayılan cinselliği, cinsel sağlık, erkek
şiddeti, toplumsal cinsiyet konularını kapsar.
Günümüzde anaakım
medya içerisindeki bir televizyon kanalında herhangi bir program izleyen bir
kadının, örneğin kürtaj gibi bir konuda, bunu bireysel olarak deneyim etmiş bir
başka kadının hikâyesine ulaşması ve ulaşılan bu bilginin bilimsel açıdan doğru
ve cinsiyet ayrımcılığı içermeyen bir yapıda olması neredeyse imkânsızdır[10]. Ya da kadın
cinselliğinin de bir parçası olan cinsel fanteziler hakkında sağlıklı ve
gerçekçi, cinsiyet ayrımcılığı içermeyen bir bilgiye ulaşmak ve başka kadınların
bu konudaki deneyimlerini öğrenmek oldukça zordur[11]. Bu durum, toplumsal
yapının ataerkil yapılanması ile doğrudan ilişkilidir.
Bu ataerkil
yapılanma, Kate Millet’in 1970’li yıllarda Cinsel Politika isimli eserinde
ortaya koyduğu gibi devamlılığını bireyler üzerinde kurduğu hegemonyaya
borçludur. Ataerkil sistemin politikası olan erkek egemenliği, kamusal alanı
düzenlediği gibi özel alanlara da müdahale eder. Yani ataerkil yapılanmanın
devam edebilmesi, ideolojik hegemonya kurularak bireylerde rıza üretimi
gerçekleştirilmesine bağlıdır ve Millet’e göre “cinsel siyaset, her iki cinsin
ataerkil siyasalarda toplumsallaşması aracılığıyla rıza sağlar” (akt. Donovan,
2014: 273).
Millet, bu noktada
erkek egemen ideolojinin özel alana müdahale ederken, onu dönüştürmek ve kendi
varlığını devam ettirmek için ideolojik hegemonyayı nasıl oluşturduğunu, o
dönemin popüler erkek yazarlarının kitaplarını analiz ederek ortaya koyar. Ele
aldığı bu örneklerde kadınların cinsel alanda kendini aşağılayan ve kullanan ilişkiler
içerisinde yer alan bir varlık olarak temsil edildiğini dile getirir. Bu durum,
bu popüler yazarların kitaplarını okuyan kişilerin kadın cinselliğine ilişkin
öğrenmelerini de bu kurgu üzerinden şekillendirir. Bu da Millet’in çalışmasında
erkek egemen ideolojinin rıza üretimi sağlamasının bir örneği olarak karşımıza
çıkar (akt Donovan 2014: 274).
Günümüzde de
anaakım medya, Millet’in ortaya koyduğuna benzer biçimde kadınları toplum
içerisinde dezavantajlı bir konumda yansıtma özelliğine sahiptir. BİRSAM Medya
Okuryazarlığı Enstitüsü ile Kadın ve Demokrasi Derneği işbirliğinde hazırlanan ve
2015 yılında yayınlanan ‘8 Soruda
Medyada Kadın Algısı’ röportajları isimli çalışmada Yılmaz’ın da belirttiği
gibi medya, yer verdiği kadın figürleriyle kadının toplumsal açıdan değerini
aşağı konuma çekmekte ve bu durum kadınların özgüvenini zayıflatır bir nitelik
taşımaktadır (https://kadem.org.tr/birsam-ve-kadem-isbirliginde-hazirlanan-8-soruda-medyada-kadin-algisi-roportajlari-yayimlandi/).
Anaakım medyada yayınlanmış Türk dizilerindeki kadın imajını incelediği
çalışmasında Şenyurt da, bu dizilerin cinsiyetler arsındaki mevcut eşitliksiz
ilişkilerini sürdürecek biçimde tasarlandıklarını belirtir (2008: 78). Anaakım
medyadaki bu dizilerin çizdiği kadın imajı, gerçek hayatta sarsılmaya başlamaya
yatkın veya çoktan sarsılmaya başlamış cinsiyet eşitsizliğine neden olan
değerlerin sürekli olarak yeniden üretilmesine neden olur. (Tanrıöver’den akt.
Şenyurt 2008: 79).
Cinsellik gibi
konular, özel alanın bir parçası kabul edilir ve bu konuların anaakım medyanın
hitap ettiği kamusal alana taşınması uygun bulunmaz. Tanrıöver, çalışmasında bu
durumdan şu şekilde bahseder;
“Türk
dizilerinde cinsel öğe ya hiç yoktur, ya da varsa son derece geleneksel bir
söyleme hapsedilmiştir: karı-koca arasındaki “doğal ve arzulanır” ilişki
(Babeevinde Safiye-Tuncer ilişkisi), ya da zaten “kötü” olan kişilerin bir
etkinliği olan “kötü” yani evlilik dışı cinsellik (Yılan Hikayesi’nde
Gülsüm-Kürşat ilişkisi). (akt.
Şenyurt, 2008: 78).
Burada özellikle
önemli noktalardan bir tanesi, evlilik dışı cinselliğin “kötü” bir örnek olarak
gösterilmesidir. Bu durum, kadın cinselliğini evlilik içi bir alanla
sınırlandırır. Oysa Sakallı, Karakurt ve Uğurlu’nun 2012 yılında, ODTÜ’de
okuyan, tamamı bekâr öğrencilerden oluşan bir örneklem grubu üzerinden gerçekleştirmiş
oldukları “Evlilik Öncesi Yaşanan Cinsel İlişkiye ve Kadınların Evlilik Öncesi
Cinsel İlişkide Bulunmasına Karşı Tutumlar” isimli çalışmalarının da bize
gösterdiği gibi, oldukça yüksek oranda kadın evlilik öncesi cinsel birliktelik
yaşamaktadır. Çalışma sonuçları, kadın katılımcıların neredeyse %32’sinin
evlilik öncesi cinsel birliktelik yaşadığını ortaya koymuştur. Bu durum, kadın
cinselliğinin anaakım medyada evlilik içi bir alana sıkıştırılmaya çalışılsa
dahi, toplumsal anlamda evlilik dışında da var olduğunu gösterir niteliktedir.
Ancak anaakım medya, Tanrıöver’in de işaret ettiği gibi, gerçek hayatta
sarsılmaya başlamaya yatkın veya çoktan sarsılmaya başlamış bir değer olan
kandın cinselliğinin yalnızca evlilik içi alanda kabulü gibi bir normu, yeniden
üretmektedir.
Buna karşın, yeni
medya teknolojilerinin feminist bir bakış açısıyla kullanımı, bu türden
yıkılmaya yüz tutmuş ve cinsiyet eşitsizliğine yol açan normların, yol açtığı
ayrımcılığı giderme potansiyeli taşır. Anaakım medyada, kendilerine benzer
karakterleri yalnızca “kötü” karakterler üzerinden görme imkânı bulunan bireyler,
yeni medya alanında kendileri ile ortak özelliklere sahip diğer bireylerin
deneyimlerini, objektif bir bakış açısı ile görme şansını yakalarlar. Örneğin,
Umarım Annem Dinlemez isimli podcastin ilk bölümünde, podcast yayıncısı, konuğu
olan Zeynep Çetin’e cinsel yaşantısının nasıl olduğu sorusunu yöneltir. İki
yıldır hayatında sevgili olarak yer alan aynı kişi ile düzenli bir seks hayatı
sürdürdüğünü belirten konuk, kendisi için cinselliğin ilişkinin
sürdürülebilmesinde oldukça önemli bir konu olduğunu söyler[12].
İki kadın arasında
süre giden bir sohbette, herhangi bir yargılama ve ayrımcılık içermeden konu
edilen kadın cinselliği ve bunun evlilik dışı bir ilişkideki yansımaları,
anaakım medyada benzerine rastlanması çok zor bir örnektir. Bu örnek, anaakım
medyada evlilik dışı cinsellik gibi tabu olarak kabul edilen ve kamusal alanda
işlenmesi uygun bulunmayan, işlendiğinde ise ancak “kötü” olarak nitelendirilen
bir temsille ortaya konan bir konunun, yeni medya sayesinde önyargısız biçimde
de kamusal alana taşınabileceğini bize göstermektedir.
Bu anlamda Rayka
Kumru’nın yayıncılığını sürdürdüğü “Kamusal alanda Tabusal Konular” isimli
podcast, doğrudan yukarıda bahsedilen bu durumu ortaya koyar nitelikte bir isme
sahiptir. Feminist podcastler olarak adlandırılabilecek bu podcastler, Rayka
Kumru’nun da işaret ettiği gibi hakkında konuşulması tabu olarak
değerlendirilen konuların, önyargısız bir biçimde kamusal alanda konuşulmasına
fırsat vermektedir.
Shirky’ye göre, yeni
iletişim teknolojileri bireylere bilgiye daha fazla ulaşma imkânı sağladıkları
için kamusal alanda konuşulan konuların çeşitliliğini de artırmaktadır. Bu
durum ise “toplumsal olaylara katılımcılığın artmasına, dolayısıyla
demokrasinin gelişmesine katkı sunacak koşulların gelişmesin neden olur” (akt.
Sayımer, 2012: 103). Yukarıdaki örneklerde, yeni medyanın ve feminist podcast
yayıncılığının kamusal alanda konuşulan konuları nasıl çeşitlendirdiğini
gördük. Daha önce bahsedilen evlilik dışı cinsel birliktelik, cinsel
fanteziler, kürtaj gibi konu örneklerine ek olarak,
- Umarım Annem Dinlemez’in 5. bölümünde ele alınan grup seks,
- Mental Klitoris’in 28. bölümünde ele alınan feminist yayıncılık, 23. bölümünde ele alının HIV ve AIDS, 19. bölümde ele alınan ana akım, alternatif ve etik porno,
- Kamusal Alanda Tabusal Konuların “İktidarın Kılları” isimli 3. bölümünde ele alınan Türkiye'de kılın kamuda yönetimini ve saçların, kılların bir beden politikası olarak ele alınması; “Homofobi İhbar Hattı” isimli 4. bölümde ele alınan homofobi ve siyasi bir ideoloji olan sosyalizmin cinsel kimlikle çatıştığı noktalar gibi konular örnek gösterilebilir.
Shirky’nin işaret
ettiği toplumsal olaylara katılımcılığın artması noktasında ise ele alınması
gereken ve yeni medyanın feminist aktivizmin örgütlenişi üzerindeki etkilerini
bize göstermesi açısından da önemli olan bir örnek de Mental Klitoris’in
“Jinekolojik Şiddet” isimli bölümüdür. Bu bölümde kadın sağlığı açısından çok
önemli bir konu olan düzenli jinekolojik muayeneye başvurmada kadınların
karşılaştıkları güçlüklere değinilirken, sağlık profesyonellerinin olumsuz
tutum ve davranışları konu edilmiştir.
Bu bölümün konumuz
açısından özel bir öneme sahip olmasının nedeni ise bölüm konuğunun, “Türkiye’de
Kadınlar Jinekolojik Muayeneden Kaçınıyor” başlıklı makalesini yazma sürecini
anlatmasıdır. Bölüm konuğu Gözde Yel, bu konuda bir makale yazmaya karar verme
sürecini anlatırken, sosyal medyada karşılaştığı, kadınlar tarafından paylaşılan
jinekolojik şiddet hikâyelerinden söz eder. Yel, birkaç kadının sosyal medyada
jinekolojik muayene esnasında maruz bırakıldıkları kötü davranışları
anlatmaları üzerine, başka kadınların da buna cevap olarak kendi deneyimlerini
anlattığını gördüğünü söyler[13]. Bu durum, dijital bir feminist
hareketin de nasıl ortaya çıktığını gösteren önemli bir örnektir. Cinsiyeti ve evlilik
dışı cinsel birliktelik yaşamak gibi cinsel tercihleri açısından ayrımcılığa
maruz bırakılan bir grubun, sosyal medya üzerinden, ortak deneyimleri
etrafından nasıl bir araya geldiğini bize gösterir.
Yel, makalesinde bu
konuyu ele almasının nedenini belirtirken, bu kadınların sesini duyurmak
istemesi kadar, kendisi ve çevresinde birebir tanıdığı kadınların da aynı
konudan muzdarip olmasının etkisi olduğunu söyler. Bu durum, bu çalışmada
işaret edilmek istenen, yeni medyanın feminist bir perspektifle
kullanılmasının, feminist örgütlenme düzeyini arttırmaya yönelik bir katkı
sağlayacağı görüşünü destekler niteliktedir. Kendisinin de muzdarip olduğu bir konuda,
sosyal medya üzerinden başka kadınların deneyimlerini öğrenme olanağı bulan
bireyler, bu konuda feminist bir aktivizm yürütme istekliliği gösterebilirler.
Nitekim Yel de, benzer bir şekilde ilerleyen bu örnek olayda, böyle bir isteklilik
göstererek, kendisinin de muzdarip olduğu Türkiye’de kadınların maruz
bırakıldığı jinekolojik şiddet hakkında bir makale yazarak, dijital
platformlarda yayınlamıştır[14].
Kamusal Alanda
Tabusal Konular’ın ilk bölümü de, feminist mücadele ve örgütlenme anlamında
önemli bir yere sahiptir. Bu bölüm kapsamında, bölüm konuğu Feride Eralp ile
İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya yönelik mücadeleye katkı sağlamak
açısından neler yapılabileceği tartışılmaktadır. Bu tartışma kapsamında,
İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğuna dair bilginin, sosyal medya üzerinde
gerçekleştirilen dijital aktivist eylemler ile nasıl topluma yayıldığı dile
getirilmektedir. Eralp, sosyal medyada konuya yönelik ses çıkartmanın, sokak
eylemlerinin örgütlenmesine de katkı sağladığını belirtmekte, aynı zamanda
sokaktaki sesin de sosyal medyaya yansıdığını dile getirmektedir[15]. Bu durum, sosyal
medyanın feminist örgütlenme pratiğine yaptığı katkıyı da gösteren örneklerden
biridir.
Fakat bu çalışma
kapsamında bu örnekle asıl ele alınmak istenen, bir konu hakkında feminist
mücadele örgütlemenin ve bu konudaki örneklerin bizatihi kendisinin dijital
platformlar üzerinden kamusal alanda tartışılmaya açılmasının da, feminist
örgütlenmeye katkı sağlama özelliği gösterebilecek olmasıdır. Örneğin bu tartışma
sırasında Eralp, kendisinin de dâhil olduğu “Kadınlar Birlikte Güçlü” isimli
bir eylem grubundan bahseder. Sosyal
medya platformlarında da yer alan bu eylem grubunun, farklı illerde İstanbul
Sözleşmesi’nin korunmasına yönelik gerçekleştirilecek olan sokak eylemlerini de
duyurduğunu söyler ve o eylemlere katılma imkânı olan kişileri, kalabalık bir
kitle olabilmek adına eylemlerin gün ve saatlerini takip etmeye ve eylemlere
katılmaya çağırır[16].
Çalışmanın önceki
bölümlerinde ele alınan örneklerde de görüldüğü gibi, toplumsal hareketler 21.
yüzyıl itibariyle genellikle yeni medya kanalları üzerinden örgütlenir hale
gelmiştir. Eralp’in konuşmasında bu tür bir bilginin paylaşılması, toplumsal
hareketlerin sokak hareketi kısmının da yeni medya üzerinden nasıl
örgütlenebileceğinin bir örneğidir. Bu podcasti dinleyen bireyler, bu alanda
gerçekleştirilen bir sokak eyleminden haberdar olmuş olmaktadır. Bir toplumsal
mücadele alanından haberdar olmanın, o toplumsal mücadele alanına dâhil olmanın
ön koşulu olduğu düşünüldüğünde, podcastin dolaylı yoldan da olsa feminist
örgütlenmeye katkı sağladığını söylemek mümkündür.
Bu katkı, konuğun
kendi feminist örgütlülük deneyimini, -kaç yaşında ve nerede, hangi süreçler
sonucunda örgütlendiği gibi- kamusal alanda paylaşabilmesi ile de sağlanmış
olur. Anaakım medya içerisinde feminist bir örgütte aktivizm yapan bir kadını
görme şansımız oldukça düşükken, Kamusal Alanda Tabusal Konular isimi podcastin
yayın hayatına başlaması sayesinde, oldukça genç yaştan beri feminist örgütlülüğü
deneyim etmiş bir kadının varlığından evinde internet olan her kadının haberdar
olabilmesi mümkün hale gelir. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitliği için
mücadele eden kadın figürlerin varlığını da daha görünür hale getirir.
Sonuç
Yeni medya,
toplumsal hareketler ve feminizm özelinde yapılan tüm akademik çalışmalar,
internetle beraber hayatımıza giren yeni iletişim teknolojilerinin iletişim
sürecimizi baştan aşağı değiştirirken, kolektif harekete de yeni anlamlar
kazandırdığını göstermektedir. Bu teknolojik dönüşüm ile ortaya çıkan yeni
medya kavramı, feminist hareketi de dijital alana taşımıştır. Bu alanda
gerçekleştirilen dijital feminist aktivizm örnekleri ise kadınların ortaklaşa
olarak deneyim ettikleri ayrımcılıklar üzerinden harekete geçmelerini
kolaylaştırır. Bu anlamda, cinsiyet ayrımcılığı ve şiddet gibi konularda
belirli hastaglar etrafında toplanarak fikirlerini beyan eden ve devlet yetkililerinden
taleplerde bulunan kadınların, dijital feminist aktivizm içerisinde yer aldıklarını
söylemek mümkündür.
Oldukça yakın
zamanda yayınlanmaya başlanmış olan feminist podcastler ise yer verdikleri
konular bakımından hem anaakım medyada gösterime sunulandan çok daha farklı
kadınlık hallerinin kamusal alana taşınması anlamında, hem de özel alana
hapsedilen konuların kamusal alanda da tartışılmaya açılması anlamında
toplumsal cinsiyet eşitliğine katkı sağlar. Bu durum, Shirky’nin de ortaya
koyduğu biçimde yeni medyanın kamusal alanda konuşulan konuları
çeşitlendirmesine bir örnek teşkil eder. Ancak bununla beraber, özel alana
sıkıştırılan veya anaakım medyadan dışlanan konuların kamusal alana taşınması,
kadınların bu konularda da ortak deneyimlerini ve maruz kaldıkları benzer
ayrımcılıkları görebilmelerini mümkün kılar. Örneğin jinekolojik muayene
sırasında maruz kalınan ayrımcılık ve şiddetin, kamusal alana taşındığında,
birer birer kadınların “başına gelen” bir durum olmaktan çıkıp, toplumun
ataerkil örgütlenmesi içerisinde kadının konumlandırılışı ile ilgili olarak
birçok kadının deneyim ettiği ortak bir sorun şeklinde ele alınması mümkün
olur.
Jinekolojik
şiddetin bu şekilde ortak bir kadın deneyimi olarak görülmesi ise ona karşı
ortak bir mücadele zeminini mümkün kılar. Yeni medya platformları üzerinden
kendi deneyimlerini birbirleriyle paylaşan kadınlar, bir dayanışma içerisine
girerek konu hakkında aktivist bir hareketlilik ortaya çıkartabilirler. Çalışma
kapsamında ele alınan birçok örnek de, kadınların dijital aktivizm kapsamında
ortaya koydukları eylemlerin, kendi deneyimlerini paylaşma yoluyla açığa
çıktığını göstermiştir.
Bu durum,
yayınlanan bu podcastlerin de bir toplumsal hareket alanı olarak feminist
mücadeleye katılımı artırabileceğini ortaya koyar. Ele alınan örnekler de
göstermektedir ki, dijital alanda paylaşılan deneyimler kadınları kendilerinin
de mağdur olduğu bu alanlarda feminist perspektifli çalışmalar yapmaya
itmektedir. Ayrıca kadın mücadelesinin de gündemini oluşturan konularda
gerçekleştirilecek olan sokak eylemlerine dair de bilgilerin bu podcastlerde
paylaşılması, dijital feminist aktivizm kadar, daha geleneksel anlamda bir
toplumsal harekete katılmanın da önünü açar niteliktedir.
Bu noktada
belirtmek gerekir ki, bu makale çalışmasının zamansal olarak kısıtlı imkânlarda
gerçekleştirilmesi, çalışma kapsamında yalnızca podcastlerde ele alınan konular
hakkında bir analizi mümkün kılmıştır. Bu nedenle, bu makale çalışmasında
yalnızca, Türkiye’de oldukça yeni bir alan olan feminist podcast yayıncılığının
bir toplumsal hareket olarak feminizm ve dijital feminizm ile ilişkisini
tartışmaya açmayı hedeflediği söylenebilir. Bu podcastleri dinleyen kadınlar
ile görüşmeler gerçekleştirerek, onların deneyimlerine dair veriler toplanarak
gerçekleştirilecek bir çalışma ile bu alanda sürdürülecek tartışmaların devam
ettirilmesi mümkündür.
KAYNAKÇA
Aydoğan, F. ve
Kırık, A. M. (2012), “Alternatif Medya
Olarak Yeni Medya”, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 18:
58-69.
Yanık, A. (2016),
“Yeni Medya Nedir Ne Değildir?”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(45): 898-910.
Sayımer, İ.
(2014), “Yeni Medya Ortamlarında Ağlar
Oluşturan Toplumsal Hareket Deneyimleri”, Elektronik Mesleki Gelişim ve
Araştırma Dergisi, 2(Özel Sayı): 97-112.
Yücel, R. (2020), “Podcast’in Kısa Tarihi: Doğuşu, Yükselişi,
Monetizasyon”, Erciyes İletişim Dergisi, 7(2): 1303-1319.
Gedik, E. (2020), “Dünyada Ve Türkiye’de Dijital Feminizm
İncelemesi: Gençlerin Dijital Aktivizm Deneyimleri”, Toplum ve Kültür
Araştırmaları Dergisi, 5: 123-136.
Alikılıç, Ö ve
Baş, Ş. (2019), “Dijital Feminizm:
Hashtag'in Cinsiyeti”, Fe Dergi 11(1): 89-111.
Uluç, G. ve Yarcı,
A. (2017), “Sosyal Medya Kültürü”, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 52: 88-102.
Çayır, K. (1999), “Yeni Sosyal Hareketler”, Kaknüs
Yayınları, İstanbul.
Donovan, J.
(2014), “Feminist Teori”, İletişim
Yayınları, İstanbul.
Atabek, Ümit
(2003). “İletişim Teknolojileri ve Yerel
Medya için Olanaklar”, Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, IPS İletişim
Vakfı Yayınları, İstanbul.
Özkan Kutlu, T. (2020, “Sosyal Medya Ve Yeni Yayıncılık Formları:
Türkiye'de Podcast Yayıncılığının Gelişimi”, Disiplinlerarası Yaklaşımla
Sosyal Medya, Literatürk Academia, Konya.
Şenyurt, C. (2008), “Türk Televizyon Dizilerinde Kadın İmajı” (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim
Bilimleri Anabilim Dalı Radyo-Televizyon Bilim Dalı, İstanbul.
Sakallı N., Karakurt G.,
Uğurlu O. (2001), “Evlilik Öncesi Yaşanan Cinsel İlişkiye ve Kadınların Evlilik
Öncesi Cinsel İlişkide Bulunmasına Karşı Tutumlar”, Psikoloji Çalışmaları
22(0): 15-29.
Palmen R., Francoli N.,
Genova A., Göksel A., Sales L., Sansonetti S., Tozlu Ç., Güngör D. ve Öztürk A.
(2016), WAVE: Kadına Yönelik Şiddet
Karşılaştırmalı Raporu: İtalya, İspanya ve Türkiye, https://notus-asr.org/wp-content/uploads/2016/05/WAVE_CR_TR_FINAL_7March2016-2-2.pdf
https://huseyindemirtas.net/podcast-dinleyicileri-hangi-uygulama-platformlari-tercih-ediyor/
İndirilme Tarihi: 20.12.2020
https://kadem.org.tr/birsam-ve-kadem-isbirliginde-hazirlanan-8-soruda-medyada-kadin-algisi-roportajlari-yayimlandi/
İndirilme Tarihi: 20.12.2020
https://insideturkey.news/tr/2020/03/29/turkiyede-kadinlar-jinekolojik-muayeneden-kaciniyor/
İndirilme Tarihi: 21.12.2020
[1]Dijital
içerik, internet ortamında karşımıza çıkan, metin, ses dosyası, video, fotoğraf
gibi tüm içerikleri kapsayan bir kavramdır. Bu nedenle, sosyal medya kullanan
ve burada herhangi bir türde paylaşımda bulunan tüm bireyler, birer dijital
içerik üreticisi olarak kabul edilir. Yani sosyal medyada paylaştığımız
fotoğraflar bile birer dijital içeriktir. Bu da Dünya genelinde sayıları 3
milyarı aşan sosyal medya kullanıcılarının neredeyse her birini dijital içerik
üreticisi yapar (https://akademi.icerikbulutu.com/blog/dijital-icerik-nedir/).
[2]
Kesişimsellik kavramı, ikinci dalga feminizmin kadınlık deneyimini tek bir
evrensel kategoriye indirgeyen görüşlerine karşı ortaya çıkan eleştirel
görüşlerle şekillenmiş bir yaklaşımı ifade eder. Bu kavram, kadınların farklı
sınıf, kimlik, cinsel yönelim, ırk ve etniste gibi birçok faktöre bağlı olarak,
maruz kaldıkları ayrımcı pratiklerin değişebileceğine işaret etmektedir.
[3] #metoo
hareketi olarak bilinen bu hareket kapsamında kadınlar, Holywood’daki erkek
yapımcıların, kendilerine uyguladıkları cinsel şiddet, taciz ve tecavüzleri
ifşa etmiştir. Hareket dünya geneline yayılmış, birçok kadının erkekler tarafından
maruz bırakıldıkları cinsel şiddeti ifşa ettiği bir dijital aktivizm örneğine
dönüşmüştür. Twitter’da 100 gün boyunca güncelliğini koruyan #metoo etiketi
etrafında birleşen kadınlar, daha ilk günden yarım milyondan fazla tweet atarak
anlatılmayı bekleyen ne çok taciz ve tecavüz öyküsü olduğunu ortaya
koymuşlardır. #metoo hareketinin kronolojik olarak gelişimini içeren bir
bilgiye ulaşmak için bkz: https://www.dw.com/tr/metoo-100-g%C3%BCnde-%C3%A7%C4%B1%C4%9Fl%C4%B1%C4%9Fa-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9Fen-hareket/a-42266629
[4] TikTok,
Facebook, Twitter gibi sosyal medya platformları üzerinden sorulan bu soru, hem
dünyada, hem de Türkiye’de oldukça fazla sayıda etkileşim almıştır. Sorunun
cevabına ilişlin dünyadan örnekleri ve total verileri içeren bir internet
makalesi için bkz: https://www.dailymail.co.uk/news/article-8792219/What-women-men-disappeared-24-hours-TikTok-violence.html
Türkiye’den örnekler için ise bkz: https://onedio.com/haber/turkiye-nin-dort-bir-yanindan-kadinlar-cevapladi-24-saatligine-erkekler-yok-olsaydi-neler-yapardiniz-919826
[5]
Kadınların 2020’nin Temmuz ayında, sosyal medyada siyah beyaz fotoğraflarını
yayınlamaları ve birbirilerine “meydan okuyarak (challeng)” diğer kadınları da
siyah beyaz fotoğraflarını yayınlamaya teşvik etmeleri, tam da bu yönden
okunabilecek bir dijital feminist aktivizm örneğidir. Bu dijital aktivizmin ortaya çıkması, 16 Temmuz
2020’de bir erkek tarafından öldürülen Pınar Gültekin’in cinayet haberinin
yayılması ve kadınlar arasında büyük tepkiye yol açması ile ortaya çıkmıştır.
Kadınlar, kadın cinayetlerinin gittikçe artan sayılarına karşı, kendilerinin de
günün birinde cinayete gitme potansiyelinin yüksekliğine dikkat çekebilmek ve
devletin bu konuda gerekli önlem ve yaptırımları uygulamasını talep etmek için,
öldürülen kadınların medyada yer alan fotoğraflarının genelde siyah beyaz
yayınlanması durumundan yola çıkarak, kendi fotoğraflarını sosyal medyada siyah
beyaz yayınlamış ve bu fotoğraflarının altında kadın cinayetlerini durdurmaya
yönelik hastagler kullanmışlardır.
[6] Tam da
Pınar Gültekin’in öldürülmesiyle aynı zaman diliminde, kadın cinayetlerinin
durdurulması için büyük önem taşıyan İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya
açılması ve Türkiye’nin sözleşmeden çekilme düşüncesi,
#İstanbulSözleşmesiniUygula gibi hastagler etrafında kadınların birleşmesine ve
çok fazla sayıda kadının sözleşmeye sahip çıkmasına neden olmuştur. Siyah-beyaz
fotoğrafların yayınlandığı sosyal medya meydan okumasında da, fotoğraflar
genellikle bu hastag kullanılarak paylaşılmıştır.
[7] Örneğin,
Ankara’da bir iş merkezinin 20. katından atılarak öldürülen ve öncesinde
katilleri tarafından tecavüze uğrayan Şule Çet’in davası, yine feminist
hareketin sıkı sıkıya gündemine aldığı ve takip ettiği bir dava olmuştur. Son
duruşmadan önce mahkeme önünde de bir araya gelen kadın örgütleri, davayı
yakından takip etmiş ve konunun tüm toplumun gündeminde bir mesele haline
gelmesi sayesinde failler indirimsiz cezalara çarptırılmıştır.
[8] ‘AB ve
Türkiye arasında Sivil Toplum Diyalogu’ Programı kapsamında 2015-2016 yılları
arasında uygulanan ‘WAVE: Şiddete Karşı Kadınlar Ağı’ projesi çerçevesinde
oluşturulan WAVE: Kadına Yönelik Şiddet
Karşılaştırmalı Raporu: İtalya, İspanya ve Türkiye
isimli raporda, Türkiye'de en az bir kez evlenmiş kadınların %36'sının 15
yaşından itibaren bir eş/partnerin şiddetine uğradıklarını göstermiştir. Rapor,
kadına yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin yaygınlığı açısından bu
üç ülke arasında bir karşılaştırma yapıldığında, mevcut sonuçların Türkiye’nin
kadına yönelik tüm şiddet biçimlerinin en yoğun görüldüğü ülke olduğunu ortaya
koyar.
[9] Bu
noktada yıllardır süre giden bir dilsel mücadele alanı olan kadın kelimesi
yerine bayan kelimesini tercih edilmesi ve buna yönelik tepkilere bakmakta
yarar vardır. “Bayan-Kadın” tartışmasına dair anlamlı bir özet içeren bir
internet makalesi için bkz: https://www.catlakzemin.com/bayan-kadin-ve-disi/
[10] Oysa Mental
Klitoris’in ise “Haplarla Kürtaj” isimi 25. bölümünde ele alınan kürtaj konusu,
Umarım Annem Dinlemez’de de üzerine konuşulan bir konu olarak karşımıza çıkar.
[11]Umarım
Annem Dinlemez’in birçok bölümünde, sahip olunan cinsel fanteziler konuklarla
konuşulur. Mental Klitoris ise başlı başına bir cinsel fantezi alanı olarak da
görülebilecek seks oyuncaklarının kullanımını 17. bölümünde ele almıştır.
[12] Umarım
Annem Dinlemez, 1. bölüm, dakika 3:23
[13] Mental
Klitoris, 5. bölüm, dakika 1:30.
[14] İlgili
makale için bkz: https://insideturkey.news/tr/2020/03/29/turkiyede-kadinlar-jinekolojik-muayeneden-kaciniyor/
[15] Kamusal
Alanda Tabusal Konular, 1. Bölüm: İstanbul Sözleşmesi, dakika 33: 01
[16] Kamusal Alanda Tabusal Konular, 1. Bölüm: İstanbul Sözleşmesi, dakika 34:20
Yorumlar
Yorum Gönder