Ana içeriğe atla

Mazerete Mahal Yok - Ayhan Yalçınkaya Kitap İncelemesi

Lisans ve lisansüstü öğrencilerine yazı sorumluklarını yerine getirmek için kılavuzluk etme hedefiyle yazılmış kitaplara bakıldığında neredeyse tümünün ağır bir dil ve oldukça ciddi bir üslupla yazıldığı görülür. Öğrencilerin gözünde asık suratlı bir hocayı çağrıştıran bu kılavuzların okunmasındaki zorluğu fark eden Ayhan Yalçınkaya, öğrencilerin ödev sürecinin başından sonuna kadar aktif bir özne olmalarına yönelik, alternatif bir ödev ve tez yazım kılavuzu yaratmıştır. Yalçınkaya bu eseri ile yazım sürecinde izlenmesi gereken yol ve yöntemleri oldukça keyifli bir dille öğrencilere sunmuştur.

Mazerete Mahal Yok isimli bu kitap, iki kesimden oluşur. Birinci kesimde lisans öğrencilerine ödev yazımı konusunda kılavuzluk etmeyi amaçlayan bilgiler yer alır. Kitap, ikinci baskısında lisansüstü öğrencilerine tez yazım kılavuzluğu yapmayı hedefleyen ikinci kesimi de içine alacak şekilde genişletilmiştir. Giriş ve Sonuç bölümleri hariç üç bölümden oluşan birinci kısımda Yalçınkaya, lisans öğrencilerine hitap ederek, yapacakları ödevlerde nasıl bir yol izlemeleri gerektiğine dair fikir verir. 

Birinci kısmın giriş bölümünde Yalçınkaya, öğrencilerle ödevin onlar için ne ifade etmesi gerektiğine dair fikirlerini paylaşarak işe başlar. Yalçınkaya’ya göre ödev üç ögeden oluşmaktadır; ödevi yapan öğrenci, ödevin sunulduğu öğretim elemanı ve yapılan ödev, yani metnin kendisi. Bu tanımlamayı yaptıktan sonra Yalçınkaya, Mazerete Mahal Yok’un amacının bu üç öge arasındaki uyum sorununu gidermek, ögeler arasındaki diyaloğu kolaylaştırmak olduğunu söyler (Yalçınkaya 2011; 24).

Birinci kısmın ilk bölümü ise bu üç ögeden biri olan öğretim elemanları üzerinde yoğunlaşır ve onu öğrenciye tanıtmakla başlar. Yalçınkaya’ya göre öğretim elemanı bir “dil emekçisi”dir ve bu nedenle öğrenciden de bir “dil ahlakı” geliştirmesini bekler. Yalçınkaya’nın dil ahlakı kavramı ile ifade etmek istediği;
  • Kişinin kendine ait düşünme sistemini üsluplaştırması; yani dilinin özgünlüğü veya özgün olma isteği ve 
  • Kişinin sözcüklerin üzerlerinde taşıdıkları tarihsel ağırlık ve anlamları dikkate alarak onları kullanmasıdır. 
Bu beklentilerinin yanı sıra öğretim elemanları ödev vererek derse dair bir emek ortaya koymuş olurken öğrencilerinin de ders için emek vermesini sağlar. Buradaki temel amaç, emeğin bir nesne olan ödev üzerinde somutlaşmasını sağlamaktır. Yani öğrenciden beklenen; emek vererek, sözcüklerin gerçekte taşıdıkları derin anlamları dikkate alması ve kendine ait, özgün bir üslup oluşturmasıdır.

Kitabın birinci kesiminin ikinci bölümünde ise konu “ödev”dir. Yalçınkaya, ödev yazım sürecinde karşılaşılan ilk sorun olarak konu seçimini ele alır ve öğrencileri konu seçerken dikkat edilmesi gereken hususlar hakkında bilgilendirir. Ona göre öğrenci; ödev konusunu seçerken ilk olarak kendisinden yola çıkmalı, nelere ilgisi olduğunu, merak ettiği konuları tespit etmeli ve bu yolla elde ettiği konuyu belirli ölçütleri kullanarak sınırlandırmalıdır. Yalçınkaya’nın önerdiği bu ödev seçim yolu, öğrencinin ödev yapma sürecine kendi kişiliğini katarak yaptığı ödevi daha fazla benimsemesinden geçer. Bu sayede öğrenci ödev yapma sürecinde aktif bir özne haline gelmiş olur.

Yalçınkaya’nın bu bölümde üzerinde durduğu diğer konu ödevin yazım sürecidir. Yazmanın nasıl bir süreç olduğunu anlatmak için ise Ece Ayhan’ın Mor Külhani şiirine gönderme yaparak, “Yazmak örgütlenmektir, bir düşünün abiler!” der. Burada örgütlenmekten kastedilen ise yazının içerdiği her biri belirli görevlere sahip parçaların belirli bir amaç kapsamında bir araya getirilmesiyle oluşan bütünlüklü bir yapı olması durumudur. 

Bu bölümün diğer bir ilgi çekici kısmı, Yalçınkaya’nın ödevde kullanılan başlıkların seçimine ilişkin bilgiler verdiği bölümdür. Burada vurgulanan husus; başlıkların ödevin konusuyla, ödev yapılan dersle ve ele alınan sorunsalla ilgili olmasına dikkat edilmesinin gerekliliğidir. Ancak bu konu, Yalçınkaya’nın bu kitaptaki başlık seçimleri göz önünde bulundurulduğunda oldukça farklı bir boyut kazanır. Bu kitapta başlıkların konuyu okuyucuya tanıtma işlevinin yanı sıra farklı işlevlerde de kullanılabileceği uygulamalı olarak öğrenciye gösterilmiştir. 

Yalçınkaya, kullandığı başlıklarla okuma sürecini keyifli bir hâle getirmiştir. Bu sayede öğrencilere okuma ve kitabın konu edindiği yazma işlerinin aslında hayal edildiği gibi sıkıcı, bunaltıcı ve keyifsiz olmayabileceğini gösterir. Yazmanın alternatif yollarının da olduğunu ve bu yollar kullanıldığında okuma etkinliğinin de bambaşka bir hâl alabileceğini kanıtlamak ister. Bu anlamda, bu kitabı okuyanlara ve okuyacak olanlara içerisinde verilen bilgiler kadar kitabın yazımında kullanılan üslup ve tekniklere de dikkat etmeleri gerektiğini söylemekte yarar vardır.

Kitabın birinci kesiminin üçüncü bölümü ise öğrenciye odaklanır. Bu bölümün amacı, öğrenciye öğrenci olmaktan dolayı ödev yapmayı zorlaştıran sorunları fark ettirerek bunlara dair çözüm yolları sunmaktır. Öğrenciliğin sistemle olan ilişkisi içerisinde değerlendirmesini yapan Yalçınkaya, öğrencilerin içlerinde hissettikleri yetersizlik ve kendine güvensizlik duygularını irdeler. Böyle hissetmelerinin nedenlerini sorgular ve dolayısıyla okuyucuya da sorgulatır. 

Ona göre öğrenci, ödevi kendisinin istemediği bir zorunluluk olarak görmek ister; çünkü, kendisine dair güvensizlik ve yetersizlik duyguları içerisinde bulunan öğrenci, ödevinin kötü olması durumunda sığınacağı mazeretlerinin elinden alınmasını istemez. Eğer ödev, öğrencinin bir dayatmayla yaptığı bir iş ise bu işin sonucunun kötü olması durumunda "suçlu öğrenci değil ona bu işi dayatanlardır", öğrencinin savunduğu görüş de budur. Yalçınkaya’nın bu tespiti, onun öğrenci doğasını oldukça iyi anlamış bir öğretim elemanı olduğunu gösterir. Bu kitabı okuyan çoğu kişi öğrenciyken hissettikleri şeyleri aşağıdaki satırlarda bulacaklardır;

“Öğrencilerse (yaşadığımız ve yetiştiğimiz koşulları düşünecek olursak, hiç de garip değil elbette) hiçbir şeye hakları olmadığını düşünürler. Sanki onlara düşen, üniversite koridorlarında, mümkün olduğunca duvardan duvara, duvara yakın ve gölgesini kimsenin üstüne düşürmeden, zorunlu olduğu dört yıllık gezintiyi bitirmektir (Yalçınkaya 2011; 182).”

Yalçınkaya’yı bu satırlara ulaştıran, öğrenciliği sistem içerisindeki yeri ve toplumsal anlamıyla birlikte değerlendirmesidir. Öğrenci; sistem tarafından, sistemin kurumları kullanılarak, öğrenme sürecinde aktif bir özne olmaktan çıkarılıp kendisine ne söylenirse onu yapan bir robota, yani bir canlı olmayana, bir nesneye dönüştürülmektedir. Yalçınkaya’nın bu toplumsal durumu fark etmesi onun bu kitabı yazarken kullandığı üslubunda ve konuyu ele alış biçiminde belirleyici rol oynamıştır. 

Bunun kanıtlarından bir diğerini kitabın ilk kesiminin sonuç bölümünde de görebiliriz. Bu bölümde Yalçınkaya, öznelik vurgusundan hiçbir şey eksiltmeyerek öğrencilere bu kılavuza muhtaç olmadıklarını, kendilerini böyle hissediyorlarsa bu kılavuzun amacında başarısız olduğunu söyler (Yalçınkaya 2011; 185) ve kılavuzun en başından beri kendi içinde taşıdığı alternatif yol yaratma gayesini öğrenciye de ulaştırarak kılavuzun lisans öğrencilerine hitap eden kesimini sonlandırır.

Kitabın ikinci kesimi yüksek lisans ve doktora öğrencilerine tez yazmalarında kılavuzluk etmek amacını taşır. Giriş kısmında Yalçınkaya, lisansüstü eğitim sürecinin “soru sorma, sorduğun sorunun peşinden tutkuyla koşma, dünyaya eleştirel gözle bakabilme ve sunulmuş hazır yanıtlarla yetinmeme” (Yalçınkaya 2011; 192) erdemine dayalı bir süreç olduğunu söyler.

İkinci kesimin birinci bölümü lisansüstü eğitim sürecini başvuru, mülakat, ders seçimi ve yeterlilik sınavları süreçleriyle değerlendirerek ele alınmıştır. Yalçınkaya’ya göre hayat ve lisansüstü eğitim arasında bir kaçış durumu söz konusudur. Bu, lisansüstü eğitim yoluyla hayattan kaçış anlamına gelebileceği gibi, yine aynı yolla hayata kaçış anlamına da gelebilmektedir. Yalçınkaya’ya göre “İlkinde, lisansüstü adayı kendisine hayat olarak akademisyenliği seçmiştir” (Yalçınkaya 2011; 196). İkinci durum ise bundan oldukça farklıdır. Burada aday için önemli olan, lisansüstü eğitimin ona vereceği statüdür, “Özcesi, böylesi bir adayın istediği şey aslında derecenin kendisidir, çalışmanın kendisi değil.” (Yalçınkaya 2011; 196). 

Yalçınkaya’nın burada da aynı ilk bölümde yaptığı gibi kişileri, toplum ve sistem ile olan ilişkileriyle değerlendirdiğini görürüz. Onun lisansüstü eğitime yönelenleri ayırdığı bu iki gruptan ilki, yani hayattan kaçanlar, sistemin ve toplumun kendilerine dayattığı askerlik, evlilik, iyi gelirli bir iş bulma gibi durumlardan uzaklaşabilmek için lisansüstü eğitime sığınmaktadırlar. İkinci grup olan hayata kaçanlar ise sistemin kendilerinden beklediği bu durumlardan biriyle, kendilerine statü ve iyi gelir sağlayan bir iş bulma durumuyla oldukça içli dışlıdırlar. Ondan kaçmak yerine onu kabul etme, sistemin ve toplumun bu beklentisini karşılama yolunu seçmişlerdir.

  • İkinci kesimin ikinci bölümünde ise konu tez danışmanıdır. Ancak bu bölüm yüksek lisanstan çok doktora tez danışmanına ayrılmıştır. Yalçınkaya bu bölümde “orman” ve “kaplan” benzetmelerinden yararlanarak bir danışman sınıflandırması yapar. Buradaki kaplan danışmanın gücünü; orman ise danışmanın güçlü olduğu alanı temsil etmektedir. 
  • İlk orman öğrencinin tezidir ve bu danışmanın gücü öğrencinin tezini oldukça çabuk okuyarak, ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutmasıdır. 
  • İkinci orman literatür ormanıdır. Bu danışmanın gücü literatüre hakim olmasıdır. 
  • Üçüncü orman, saygınlık ormanıdır, danışmanın herkesçe kabul gören, saygın bir akademisyen olduğunu gösterir. 
  • Son orman ise tanınırlık ormanıdır. Bunun saygınlıktan farkı ise akademik prestije bir gönderme yapmamasıdır. Bu güce sahip olan akademisyen, belirli bir grup tarafından tanınan, belirli bir “şebeke” veya “piyasanın” akademisyenidir (Yalçınkaya 2011; 260). 
Yalçınkaya, danışmanları öğrenciye tanıttığı bu bölümde de yararlandığı benzetmelerle okumayı keyifli hale getirerek okuyucuyu metnin içine çekmiştir.

Üçüncü bölümde ele alınan konu ise tezdir. Yalçınkaya’ya göre bir tezi tez yapan şey onun tezidir. Burada tezin tezi ile kastedilen, ele alınan konuya dair asıl sorunun ifade edildiği cümle, yani tezin iddiasıdır. Tezin belli olmadığı durumlarda konunun hangi yönüyle ele alındığı sorusuna cevap bulunamaz ve bu da araştırma yapan kişiyi yön kaybına uğratır. Bu anlamda tezin yazımı açısından oldukça önemli bir konuya değinen Yalçınkaya’nın vurgusunu bir örnekle açıklamak gerekirse tezin tezi, trenin lokomotifidir. Tezin tezi olmadan yapılan bütün literatür taramaları, sayfalarca yazarak ortaya dökülen bilgi ve bulgular, lokomotifi olmadığı için hiçbir yöne gidemeyen vagonlara benzer. Lokomotif nasıl ki vagonlara bağlanıyor ve onlara gidecekleri yönü gösteriyorsa tezin tezi de doğrudan araştırmanın diğer aşamalarıyla bağlanmalı ve bu sayede onlara bir yön kazandırmalıdır.

Kitabın sonuç bölümünde Yalçınkaya okuyucuya şöyle seslenir; “Bu metin en fazlasından -üzerinde uzlaşılmış gibi- kimi söylenmeyen, konuşulmayan şeyleri dili döndüğünce ve öğrenciye hayrı dokunacağını varsaydığı ölçüde kağıda geçirmeyi denemiştir.” (Yalçınkaya 2011; 287). Kitabın en başından beri öğrenciyi pasifleştirerek kendine olan güvenini elinden alan, onu yetersizlik hissiyatıyla baş başa bırakan sistem ve kurumlarına, kimi yerde açık, kimi yerde üstü kapalı eleştirilerde bulunan Yalçınkaya; bu eserinde yukarıdaki cümleden de anlaşıldığı gibi öğrenciyi, onu dışta tuttukları alanla ilgili bilgilendirmeye ve bu anlamda ona bir öznelik sağlamaya çalışmıştır. Bunu yaparken de hâli hazırda var olan akademik dili kullanmak yerine öğrencilerin daha kolay benimseyecekleri alternatif bir üslup kullanarak şu mesajı vermiştir okuyanlara: “Size hazır olarak sunulan bilgileri kabul etmek, dayatmalara boyun eğmek zorunda değilsiniz! Ödev veya tez yazım sürecinde emeğinizi ortaya koyarak kendiniz olabilirsiniz.”. 

Bu anlamda bu kitabın, benim de bir zamanlar içinde bulunduğum hayattan kaçma yolunu seçmiş lisansüstü öğrencileri ve özneleşmek için emek vermesi gerektiğini bilen ama bu süreçten sistemin ona yüklediği yetersizlik hissiyatı nedeniyle korkan, yine de seçeneksiz olmadığını göstermek isteyen lisans öğrencileri için hazırlanan ideal bir kılavuz olduğu söylenebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Uzun Cinayet: Afife Jale’nin Kısa Yaşamı

Afife Jale’nin Hayatı Afife Jale, 1902 yılında İstanbul Kadıköy’de doğmuştur. Gerçek ismi Afife olmakla beraber 1919 yılında ilk kez sahneye çıktığı Yamalar isimli oyunda Jale takma adını kullanarak yer alması nedeniyle Afife Jale olarak bilinmeye başlanır. Ayrıca bu oyunda yer alarak Türkiye tarihinin ilk kadın tiyatro oyuncusu hâline gelir. İstanbul Kız Sanayi Mektebi’nde eğitim alan Afife Jale, 1919’de Darülbedayi’de açılan tiyatro kursları için sınava girer ve kazanır. Bu dönemde Müslüman kadınların oyuncu olarak sahneye çıkması yasak olmakla birlikte Darülbedayi’de eğitim alması planlanan bu kadınlar, sadece kadınlara özel oyunlarda sahneye çıkacak şekilde yetiştirilmek istenmektedir. Darülbedayi’de verilen bu eğitimi almaya sınava giren kadınlar arasından beş tanesi hak kazanmıştır. Afife Jale’nin de içinde bulunduğu bu beş kadından üçü, ilerleyen süreçte eğitimi tamamlamadan ayrılır. Geriye kalan Afife Hanım ve Refika Hanım, eğitimlerine devam ederek Darülbedayi’de farklı gö

Bir Dijital Feminizm Örneği Olarak Türkiye’de Feminist Podcast Yayıncılığı

Giriş Kitle iletişim araçlarının uğradığı dijital dönüşüm, toplumsal anlamda iletişim sürecinin örgütleniş biçimini baştan aşağı değiştirmiştir. Kitle iletişim araçlarında yaşanan bu dijitalleşme ile birlikte karşımıza yeni medya ve sosyal medya kavramları çıkar. Ortaya çıkan bu yeni medya, geleneksel medya ve yayıncılık üzerinde dönüştürücü etkiler bırakmıştır. Bu çalışma kapsamında, ilk olarak internetin ortaya çıkması ile beraber kitle iletişim teknolojilerinde yaşanan bu dijitalleşmenin sonucunda gelişen yeni medya ve sosyal medya kavramları ele alınacak, yeni medyanın toplumsal hareketler üzerindeki dönüştürücü etkisi incelenecektir. Ayrıca, yeni medyanın toplumsal hareketler üzerindeki etkisi sonucu ortaya çıkan ve yeni bir toplumsal hareket biçimi olan dijital feminizm ele alınacaktır. Son olarak da yeni medya dâhilinde ortaya çıkan podcast yayıncılığının ortaya çıkışı ve tarihçesinden bahsedilecek; sonrasında ise dijital feminizm bağlamında feminist podcast yayıncılığının T