Güneşin ilk ışıkları değildi onu uyandıran. Gece her zamanki
gibi uykuya dalmakta güçlük çekmiş ve gündüz de geç kalkmıştı. Sevdiğine dokunabilecekmiş
gibi yatağın diğer yanına uzandı. Boştu. Dokunmaya çalıştığı çoktan kalkıp
işine gitmiş, o yine kimsesiz evde yapayalnız uyanmıştı. Aklına üşüşen acı
verici düşünceleri silip atmak ister gibi salladı başını, ellerini alnında
gezdirdi. Uyku mahmurluğunu atamadığı gibi güneşli güzel bir güne neşesiz
uyanmanın tatsızlığı da çökmüştü üstüne. Üstelemedi. Kalkıp banyoya gitti,
yüzünü yıkadı. Döndüğünde sevdiğinin hazırladığı kahvaltı sofrasına ilişti
gözü. Her şeyin yarısı yenmişti. "Yarısı çoktan yenmiş bir hayat" diye düşündü
ve kelimeleri bir araya getirip anlamlı bir cümle kurmanın manasızlığını
sorgulamadan iteledi yine sözcükleri.
Alışmayı umut ederek geçirdiği 2 aydan arta kalan
alışamamışlığa gitti sanki havaya kalkan eli. Boşuna kalkmış olmamak için
ekmeğe uzandı sonra. Bir parça koparıp ağzına attı. Ağzında dün gece karamsar
düşüncelere saplandığında içtiği sigaraların karanlık tadını duyumsadı. Kalkıp meyve suyunu aldı dolaptan, doldurduğu
bardağı öylece dikti kafasına. Karanlık cümleler gibi karanlık tatları da
geride bırakmaktı bilinçaltının uğraşı.
Sevdiğinden kalan açık bırakılmış gazeteyi aldı eline. Şöyle
bir göz attı atmasına ama karanlıklar yeniden geldi üstüne hemen, kapatıp
koltuğa fırlattı gazeteyi de kelimeler gibi. Bir şeyler daha atıştırıp kalktı
masadan. Bulaşıkları mutfağa götürdü, suya tutup makineye yerleştirdi. "Bir şeyler
okumalıyım" diye düşündü sonra,
kelimelerden kaçışın anlamsızlığına ikna etti kendini. Hem sonra yazması
gereken koca bir tez ve okuması gereken tonlarca kitap vardı daha. Zevk de alıyordu
hani bunlardan ya edilen kavgalar yormuştu kelimelerini. Bilgisayarını açtı,
tez konusuyla ilgili olan makalelere bakındı ve ismi ona en güzel geleni seçti
içlerinden. Okumaya başladı. Fakat kelimelere takılmış olan kafası ne makalenin
bilimsel niteliğine bakıyordu ne de cümlelerin içerdiği gerçek anlamlara. İkinci
yenilerden kalan bir şiir gibi okudu bütün makaleyi. Satırları mısralara
dönüştürerek, cümleleri ona uyaklı gelen yerlerden bölerek ve anlamların
içerisindeki anlamları arayarak…
Kendince oynadığı bu oyun keyfini yerine getirdi biraz. "Yalnız
da eğlenilebilir" diye düşündü. Sonra hemen kızdı serbest çağrışımlı beynine.
İki aydır alışmaya çalıştığı yalnızlık, tüm karanlığı ile gelmişti yine
düşüncelerine. Kalkıp bir sigara yaktı ve makaleyi yeniden okumaya başladı
oyununu yarıda bırakmak zorunda kalmış bir çocuk gibi hissederek.
Tüm dostlarını ve yaşamını geçirdiği sokakları bırakarak
sevdiğinin peşinden bambaşka bir ülkeye gitmişti. Pişman da değildi hani ama
yüzleşemediği bir yalnızlık duruyordu bir köşede. Kaçmadı bu sefer aklına
üşüşen düşüncelerden. Geride bıraktıklarından en çok kimi veya neyi özlediğini
düşündü. Yıllarca birlikte yaşadığı kedisi geldi aklına. Aslında zaten
babasıyla yaşadığı evinden ayrıldıktan sonra kedisinden de ayrı düşmüştü ama en
azından aynı şehirdelerdi. Sık sık gidip yumuşak tüylerini sevip mırıltılarını
dinleyebiliyordu oradayken. Şimdi babasıyla birlikte kedisi de kendisine çok
uzak bir ülkedeydi.
Küçük yaşta kaybettiği annesinin mezarı geldi sonra aklına. Bir
daha kim bilir ne zaman ziyaret edebilecekti. Oradayken de sık sık gitmezdi
gerçi, o soğuk taşta aramazdı anneciğini ama yine de o sokaklardaydı ondan
kalan tüm izler. Hayatı boyunca aynı şehirde yaşamış, o şehrin bir sokağında
doğup başka bir sokağında ölmüştü annesi ve yaşarken edindiği tüm hatıraların izleri
o şehirdeydi. Elini kaldırıp alnına götürdü yeniden. Eskiden beri kötü
düşünceler kafasını teslim aldığında yaptığı bir hareketti bu; elini alnından
beyninin içine sokup kötü düşünceleri bir bir toplayıp atmak ister gibi. Üniversitedeyken
aldığı bir felsefe dersinde hocanın ettiği sözler geldi aklına; “Zihin ve
düşünceler… Neredeler? Kafamızın içinde mi? Yoksa ağzımızda mı düşünceler de
kelimeler gibi?”
Kalktı yeniden, kafası iyice dağılmıştı. Mutfağa gidip çay
koydu ve demlenmesini beklerken odaya geçip yatağı toparladı. Bir bardak çay
doldurup balkonuna geçti sonra. Buraya hep balkonum derdi. O koskoca ve bilinmedik
ülkede kendisine ait olduğunu hissettiği ve kendisini de bir yerlere ait
hissettiği tek yer o küçük balkondu çünkü. Çiçeklerle bezemişti her yeri. Çiçekleri
annesinden kalan bir alışkanlıkla, hiç sorgulamadan severdi. Küçük bir çocukken annesinin balkonda çiçeklerle konuşmasını ve onlara gülümseyerek, ilgiyle
bakarak su vermesini izlerdi. O zamanlar bu görüntü ona kendini hep güvende
hissettirirdi. Annesini kaybettikten yıllar sonra bile ne zaman kendini yalnız
ve güvensiz hissetse aklına bu görüntü düşer, kalbine umut getirirdi. Bu aralar
da sık sık gözlerini kapatıp annesinin kendi balkonundan çok farklı olan
kocaman ve aydınlık balkonunda çiçekleriyle ilgilenirkenki hâllerini hayal
ediyordu. Sığınabileceği güvenli bir yere ihtiyacı olan yaralı bir hayvan gibi
hissetti kendini.
Yorumlar
Yorum Gönder