Sigarayı kemikli sağ eliyle paketinden çıkarıp dudaklarına götüren kadının ince, uzun parmakları ateşe uzandı. Kırmızı tırnaklarıyla uyum içinde olan kırmızı çakmağı yaktı ve ateşin kızılı dünyayı kapladı. Tuzlu göz yaşı yağmurlarının dindiremediği bu kızıl ateş; aslında uzun kızıl saçların sahibi, kırmızı tırnaklı kadının içinde yanmaktaydı. O an dünyada her şey kırmızı ve tonlarıydı. Oysa âşkın rengi maviydi. Bundandı ki kadın âşksızdı.
Tam üç hafta önce, masmavi gökyüzünü güneşin ısıttığı bir günde kaybetmişti kadın tüm mavilerini. O güzelim buzlu deniz mavisi gözleri bile kararmıştı yavaş yavaş. Aynaya her bakışında maviden biraz daha nefret etmişti kızıl saçlı kadın. Mavi duvarlara kırmızı boya balonları fırlatmıştı günlerce. Yavaşça, kendi bile fark edemeden mavi gökyüzünden bile korkar, kaçar olmuştu. Artık gecelerin karanlık renksizliğine ve o yırtıcı kırmızı-kızıl tonlara aitti. Sigarasından bir nefes çekti, bir damla daha gözyaşı akıttı, O’nu düşündü, özledi ve ağzından yavaşça dumanı bırakırken kendinden de maviler kadar nefret etti. Çünkü bütün bendenini kırmızıya boyasa bile kadının ruhu ve kalbi hala masmaviydi. Âşıktı kadın, hem de çok âşıktı. Tüm mavilerini çalıp kaçan insana hâlâ âşıktı. Bu yüzden âşktan da maviden de O’ndan da nefret ediyordu ve tabii kendinden de...
Kırmızı tırnaklarının arasında tuttuğu sigarayı kül tablasına bastırırken daha önce âşık olduğu kişiler ve O geçiyordu kafasından. O hepsinden farklıydı kadın için. Çünkü kadın O’nun için tüm dünyayı, tüm sevdiklerini karşısına almıştı. Kadın, sevdiği kişi için savaş meydanına çıkmanın, O’nun için kendi hayatını riske atmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Kaç kişinin ruhunu öldürmüştü O’nun için? Ya kendi ruhu, kendi ruhunu kaç parçaya bölmüştü sevişmelerinin ardından geçirdiği yalnız ve uykusuz gecelerde? Bunların hiçbiri önemli değildi kızıl saçlı kadın için. Hepsini bilerek ve isteyerek yapmıştı âşık olduğu insan uğruna.
Güzel günler geçirmişlerdi birlikte, güzel hatıralar biriktirmişlerdi. Kadın, en zor günlerinde O’nun yanındaydı hep. O’nun boşandığı eşinden olan biricik oğlu ölmüştü, kadınla tanışmalarından bir yıl önce. Kadın, hiç unutmazdı bunu kendisine ilk anlatışını. Nasıl da sarılıp hüngür hüngür ağlamışlardı birlikte. Sonra da sızıp kalana kadar şarap ve tütün tüketmişlerdi o gece. Asla çekilmeycek bir filmin senaryosunun isimsiz kahramanları gibi yaşıyorlardı hayatlarını ayrılmadan önce. Uzun süredir birlikteydiler ve birbirlerini gerçekten çok sevdiler. Belki de herhangi bir kadınla herhangi bir erkeğin birbirini sevebileceğinden daha çok sevdiler birbirlerini. Ama yaşadıkları toplum onları hiç sevmedi. Zamanla komşuları, birlikte yaşamalarından rahatsız olmaya, aileleri de onlara “ne halt ettiklerini” sormaya başladı. En başlarda ikisi de çok cesurdu, korkmadan savaşıyorlardı. Fakat O, yavaş yavaş yorulmaya ve pes etmeye başladı. Kadın, yaralı arkadaşını sırtında taşır gibi, O’nu sırtında taşıyordu bu savaşta. Pes etmemeye kararlıydı. Ama O, Kadın’ın bu gerçeği anlamasından çok önce bırakmıştı savaşmayı, kabul etmişti yenilgiyi.
Kadın bir gün evlerine geldiğinde, O’nun yatağa bir mektup bırakıp gittiğini anladı:
“Sevgilim...
Nasıl anlatabilirim ki sana içimdeki acıyı? Kalbimdeki bütün kuşlar öldü sevgilim, hepsini öldürdüler. Onlar adına bu yıl ben göç etmek zorunda bırakıldım. Anlıyorsun değil mi?
Sana benimle gel diyebilmeyi öyle çok isterdim ki. Ama kalbimdeki kuşları öldürmelerinin nedeni, seninle olan ilişkimdi, sana olan âşkımdı. Yoruldum artık sevgilim. İçime her dönüşümde birini daha ölü bulmaktan çok yoruldum. Yanlış zamanda doğmuş, doğru insanlardık ne yazık ki, sen ve ben.
Nasıl anlatabilirim ki sana içimdeki acıyı? Kalbimdeki bütün kuşlar öldü sevgilim, hepsini öldürdüler. Onlar adına bu yıl ben göç etmek zorunda bırakıldım. Anlıyorsun değil mi?
Sana benimle gel diyebilmeyi öyle çok isterdim ki. Ama kalbimdeki kuşları öldürmelerinin nedeni, seninle olan ilişkimdi, sana olan âşkımdı. Yoruldum artık sevgilim. İçime her dönüşümde birini daha ölü bulmaktan çok yoruldum. Yanlış zamanda doğmuş, doğru insanlardık ne yazık ki, sen ve ben.
Bizi ancak bizim gibi kadınlar anlar birtanem. Ama onlardan da çok fazla yok, senin de bildiğin gibi. Bizim gibi cesur, bizim gibi özgürlüğüne düşkün ve bizim gibi âşık kadınlar. Onları da kalbimdeki kuşlar gibi, seninle benim gibi öldürüyorlar âşkım... Her birini, teker teker ve hepsini, hem de tek bir kurşunla, her birini öldürüyorlar... Hem de her birini, hem de tek bir kurşunla, seni, beni, kuşları, onları, hepimizi... Öldürüyorlar bizi.
Seni her zaman çok seveceğim meleğim. Özür dilerim.”
Kadın, O’na, yani diğer kadına âşık olmuş, tüm mavilerini ona vermişti. Güzelim buzlu deniz mavisi gözlerini bile... Ama O haklıydı. Her birini teker teker öldürüyorlardı. Kadın da daha fazla dayanamadı. İçindeki tüm mavilerden kurtulmak istedi o an. Tabancayı kemikli sağ eliyle masanın üzerinden alıp şakağına dayayan kadının ince, uzun parmakları tetiğe uzandı. Kırmızı tırnaklarıyla uyum içinde olan kırmızı kan, kadının alnından akıp, kızıl saçlarına bulaştı. Yatağın üzeri kıpkırmızı kanla kaplandı ve o kızıl kan tüm mavileri kırmızıya boyadı. O an dünyada her şey kırmızı ve tonlarıydı. Oysa âşkın rengi maviydi. Bundandı ki dünya âşksız kalmıştı.
09.09.2010
Yorumlar
Yorum Gönder